Total Pageviews

Thursday, December 16, 2010

WikiLeaks!

Julian Assange, anne-babası Vietnam Savaşı karşıtı bir gösteride tanışmış “Hacker”lıktan gazeteciliğe geçmiş bir aktivist. Şimdilik muhalif bir adam olarak tanımlayabiliriz. “Yönetişim olarak komploculuk” başlıklı bir tür manifestosunda; bilgi sızdırılması sayesinde, bilgiyi gizli tutmak sayesinde hükmünü sürdüren ve halkını temsil etmeyen yönetimlerin nasıl yıkılabileceğini anlatmış ve sitesinde ifşa ettiği gerçeklerle sanal ortamdaki aktivizmi bambaşka bir boyuta taşıyan ve de kendi deyişiyle “Radikal demokrasi”yi vaaz eden Assange, WikiLeaks web sitesiyle Dünya’nın küresel darbesini yapan biri olarak tarihe geçmiş durumda.

Günlerden Pazar’ı, Pazartesine bağlayan zaman denilen şeyin sabit durmayan bir saat diliminin içerisinde tam olarak 28 / 29 Kasım 2010 tarihleri arasında cereyan eden muhtemelen onun bunun da uluslararası komplo diyeceği bir hal alarak devam ediyor.

Başlangıçta ABD'nin başını ağrıtan WikiLeaks, Amerikan Dışişleri'nden sızdırdığı belgeleri açıklamaya başladı… Anlaşılıyor ki bu ABD ile de sınırlı kalmayacak!

Öyle ki açıklanan belgeler değişik gizlilik derecesinde olup “Top Secret!” tarzında casusluk filmlerini aratmıyor. Amerikalılar dışında yabancılar tarafından görülmesi kesinlikle yasak olan belgeler. ABD büyükelçilikleri tarafından Washington'a gönderilen belgelerin 11 bini gizli ibaresi taşırken, 9 bini yabancılar tarafından görülemez ibaresi taşıyor.

Küçük bir anekdot, sızdırılan belge sayısı 251 bin ve ilk sızdırılan belge 2002 tarihli. En çok telgraf gönderen büyükelçiliklerin başında Ankara, Bağdat, Amman, Kuveyt ve Tokyo büyükelçilikleri geliyor. Ki, Ankara’nın gönderdiği telgraf sayısı 8 bine yakın.

Şöyle ki; WikiLeaks’in olay yaratan belgeler serisinden bir diğer örnek ise 30 Aralık 2004 tarihini taşıyan, gizli ibareli ve de dönemin ABD büyükelçisi Eric Edelman’ın yazdığı belge.

Raporun en can alıcı kısmı ise Erdoğan’ı iyi tanıyan biri Amerikalılar’a onu şöyle özetliyor (bu kişi acaba Emine Erdoğan olabilir mi:) "Tayyip Allah'a inaniyor, ama Allah'a güvenmiyor…" Edelman ayrıca, Fethullah Gülen cemaatinin AKP içinde etkisinin çok büyük olduğunu o dönemin kabinedeki Gülencilerden örnek vererek gösteriyor.
Der Spiegel’in yer verdiği ABD belgelerinden devam edelim;
- Amerika, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a güvenmiyor. Muhalefet ise tam bir komedi..

- Erdoğan'ın dünyaya bakış açısı, hiç bir zaman gerçekçi olmamıştır. (Mayıs 2005)

- Erdoğan, Tanrı’nın "Allah’ın" Türkiye’yi yönetmesi için kendisini seçtiğine inanıyor ve kendisini Anadolu'nun "Volkstribun"u "Almanlar'ın Roma İmparatoru Sezar'ı tanımlamak için kullandıkları tabir" olarak görüyor.

- NATO’daki en büyük ikinci askeri güç olan Türkiye’nin başbakanı Erdoğan, çeşitli bilgileri genel olarak İslamcı gazetelerden alıyor ve kendi bakanlıklarının yaptığı araştırmalara bile gereken ilgiyi göstermiyor.

- Bu nedenlerden dolayı, istihbarat ve ordu artık bazı bilgileri kendisine iletmekten vazgeçmiş durumda.

- Kimseye pek güveni olmayan biri ve etrafında sözünden çıkmayan dar çemberden oluşmuş bir danışman grubu bulunduruyor.

- Her ne kadar atıp tutuyor ve gürlüyorsa da gücünü kaybetmekten korkuyor.
Organize işler bunlar...
30 Aralık 2004 tarihli belgenin devamında 21. Madde’de Erdoğan’ın İsviçre Bankası’nda ki hesabıyla ilgili olan iddiası Edelman tarafından ABD’ye bildiriliyor. Edelman notunda şunları söylüyor: “AKP, yolsuzlukların kökünü kazıyacağını söyleyerekten iktidara geldi. AKP’ye yakın olanların anlattığına göre, ilişkilerdeki çatışmalar ya da partinin ulusal, bölgesel ve yöresel ve bakanların yakın aile fertleri arasında ciddi çıkar ilişkisi ve çatışma olduğu söyleniyor. İki ayrı kaynaktan edindiğimiz bilgiye göre, Erdoğan’ın İsviçre bankalarında sekiz ayrı hesabı var. Oysa Erdoğan bunları oğlunun düğününde gelen hediyeler ve dört çocuğunun okul masraflarını ödeyen Türk işadamından kaynaklandığını söylüyor. Bu ise çok yüzeysel bir açıklamadır.”

Yine WikiLeaks belgeleri liboşlara kapak olacak mahiyette... 8 Haziran 2005 tarihli, ABD Büyükelçiliği’nden gönderilen bir belge var ki durum mahkemeye taşınacak gibi görünüyor. Söz konusu belge hükümette Erdoğan ile Gül arasındaki çekişmeyi konu alıyor. Hangi bakanın hangi tarikat ilişkileriyle göreve geldiğinin anlatıldığı belgede Abdulkadir Aksu hakkında çok ağır ithamlarda bulunuluyor.

Belgede Hanefi Avcı’nın Emniyet Genel Müdürlüğü Organize İşler Şube Müdürlüğü’nden alınmasını da anlatan bölümde şunlar yer alıyor: “Sami Güçlü’nün görevden alınması, Erdoğan’ın Abdullah Gül’ün etkinliğini kırma niyetinde olduğunu gösteriyor. Akşit ve Ergezen’i İçişleri Bakanı Aksu karşısında güçlü birer rakip yapar. Eker’in atanmasıyla da Erdoğan, Aksu’nun alanını daraltır. Aksu, son olarak, Erdoğan’ın amaçları doğrultusunda Hanefi Avcı’yı devreden çıkararak Erdoğan’ın isteklerini yerine getirdi. Hanefi Avcı, Emniyet Genel Müdürlüğü organize suçlarla mücadele daire başkanlığı görevini yapan Gülen cemaatinin bir mensubu olarak, AKP’nin içine kadar giden yolsuzluk soruşturmalarıyla dikkati çekmeye başlamıştı. Erdoğan bir süredir Aksu’dan, bazı milletvekillerini AKP’den uzaklaştırma çabası nedeniyle rahatsızdı. Aksu’nun Kürt ayırımcılığı, eroin ticaretine adının karışması, 20 yaşın altındaki genç kızlara düşkünlüğü ve oğlunun açıkça mafya üyeliği kabinedeki konumunu zayıflatıyordu.”
Devamla Erdoğan'ın danışmanları için “Yetersiz” ifadesi kullanılırken, Davutoğlu'na yönelik de “Olağanüstü tehlikeli” nitelemesi yapılıyor. Amerika'nın Ankara Büyükelçiliği’yle yapılan yazışmalarda, Türkiye'nin ekseninin doğuya kaymasına ilişkin endişelere yer verilirken, AKP'lilerin çoğunun İslami tarikatlara üye olduğu, Türkiye'nin İslam devleti olma yolunda ilerlediği iddia ediliyor.
"Yolsuzluk yapan bir hükümet
ve ona göz yuman bir İslamist…"
Benim çıkarttığım sonuç, WikiLeaks kadar detaylı olmasa da bütün pisliğin ve kokuların merkezini söyleyenler zaten vardı… Örneğin sosyalistler ve Marksist teorisyenler… Ayrıca Tayyip ne yapıp edip bu işin içinden çıkmak için “Bunlar ak hükümeti yıpratma çabasıdır” vb. gibi bir şeyler desin… Hazır Amerika “WikiLeaks terör örgütü sayılsın” dedikten sonra. Bu arada iktidardaki zihniyet ABD’lilerin tarif ettiği şekliyle şudur: "Yolsuzluk yapan bir hükümet ve ona göz yuman bir İslamist…"
Neyse. . Dedim ya uydurma bir gündemle her şeyi unutturma ihtimalleri de yüksek. Ya Julian Assange için bu adam Ergenekon’un dış uzantısıdır, olmadı KCK’nin arkasındaki asıl beyin adamı, o da olmadı Devrimci Karargâh Örgütü’nün lideridir diyebilirler. Neticede toplumumuz buna uygundur ve böyle bir kurgu gerçekleştirilirse Tayyip ve şürekâsı şu WikiLeaks denen şeyden sıyrılabilir… Olmadı bunlar fitnedir ve dinimizce bu tür şeylere inanılması caiz değildir de diyebilirler.
Ben seçenekleri sıraladım… Gerisi ak iktidarımıza kalmış!
Tayyip’e güveniyor ve inanıyoruz, o ki bu ülkede kıt kanaat yaşayan işçinin, emekçi ve emekliyle birlikte üniversiteli gençliğinin, yoksulların, kadınların ve çocukların ahını alarak sekiz yıl boyunca iktidar koltuğunda oturabilmiştir… Bir sekiz yıl daha neden oturmasın? Bu kudret kendisin de mevcuttur!
Şimdi oldukları gibi görünebilirler… İkiyüzlü, riyakâr, inkârcı ve iftiracı...
Tanrı bile bunlarla baş edemiyor kaldı WikiLeaks!
Not: WikiLeaks sitesini ilk engelleyen ülke İran’la ilgili fantezileri olan Suudi Arabistan oldu, ardından da Suriye, Çin… Geriside gelir artık, sansürleyen sansürleyene bari şu sansür furyası buralara gelmeden filmi gişe rekorlarını kıracak ve kitabı olsa bir gün içerisinde “Bestseller” olabilecek WikiLeaks belgelerini yayımlamaya devam etse de belgeleri yalnızca yayınlayanların kendisi okumasa… 


No comments:

A Flowchart for Choosing Your Religion

A Flowchart for Choosing Your Religion

Looking for a JOB - How to Be the Next Hire

Making You the Most Viable Next Hire
Being flexible, creative and adaptable in today’s economy is the cornerstone to survival. The job search is no different and, with unemployment rising, requires just as much vigilance. One way you can keep your options open and make yourself even more marketable is by considering Consulting in addition to your quest for full-time employment. Often perceived as an “either-or” scenario, Consulting offers you just as many benefits as it does your “would be” employer:

Track record of Fixing Problems?
Career wise, people typically fall into one of two categories: those who thrive on problem solving and the prospect of a new challenge –or- someone who is exceptionally good at steering the ship once it is on course. If the thought of fixing something that is broken appeals to you (versus has you thinking about reaching for the Tylenol), then Consulting might be an avenue to explore.

A More Flexible Interview
Quite often, what a company needs is someone to tackle a specific problem, not a new full-time employee. Identifying this in the interview and being able to present yourself as the solution to their problem (at a lower cost), can ultimately create a job tailor made for you and your skill set. No one can compete against that.

Dating Before Marriage
A consulting engagement can give you the opportunity to see if this company is a nice place to visit or a great place to live. The only thing worse than a prolonged job search, is ending up in a position that results in you being unemployed again in 6-12 months. Consulting lets you do more due diligence than you could ever accomplish in an interview.

“Consulting” on Your Resume
To many recruiters, seeing “consulting” as your current role without any clients/engagements is just a way to dress up being out of work. But, with a list of key accomplishments at those engagements, you show that you are in demand, have more control over your search and are broadening your experience. The latter is extremely important if you are looking to transition industries.

Change Agent
For companies looking to make some sort of change internally (and you should like this if you have a track record of fixing problems), consulting is a more preferred approach versus hiring a permanent employee. It is much easier to come in as a consultant, effect the course correction and then hand it off to the internal leadership.

Money
Besides the obvious benefit of having income during your search, it also gives you breathing room to be more objective in selecting your next job.

It’s Easier to Find a Job When You Already Have One
So much of what makes this true is that fact that when you are employed, you tend to be a bit more objective because you have a “bird in hand.” Consulting (in addition to easing that financial strain, which helps here) can provide the self-assurance that comes along with being employed, which can get whittled away while unemployed.

Presenting yourself as a viable consultant or full time employee isn’t mutually exclusive. Rather, they are simply two sides to the same coin. For the companies where you interview, this will only make you more viable and versatile in your eyes. For you, there is nothing to lose. The worst thing that happens here is you generate some income to inevitable financial strain of your job search. On the other hand, you might just find through this process that you discover your next career move.

Bağdat Caddesi

Gel de parmaklara hakim ol, yapma bir Caddebostan, Bağdat Caddesi nostaljisi şimdi!...diğer bir deyişle 'Karşı taraf' . Cok uzun seneler yazları gittiğim, son yıllarda ise her Türkiye'ye gittiğimde kaldığım Istanbul'un bir başka eşşiz köşesi.
1960'lı 70'li yıllarda köşkleriyle, bahçelerinden salkım salkım sarkan ortancalarıyla, billur gibi denizliyle, 'sayfiye' yeri olmasıyla meşhur Erenköy, Suadiye, Caddebostan.

Dükkanların az, ağaçların çok olduğu, bunca yıl geçmesine rağmen hala güzelliğini koruyan Bağdat Caddesi. On, onbir yaşımdan itibaren yazlarım geçti oralarda. Sokaklarda oynanırdı o zamanlar, öyle pek araba filan geçmezdi. Doyasıya bisiklete binilir, el birakarak gitmek büyük marifet sayılır Erenköy, Saskınbakkal, Göztepe bisikletle rahat rahat gidilir dönülürdü. Deniz için bazı sokakların denize vardıkları noktalarda bulunan kayıkhanelerden saatlik ücretle kayık kiralanır, kadın erkek kürek çekmeyi bilir, kayıktan denize girilirdi. Bazı gençler dalıp iskele ayaklarından midye toplar bazıları ise sığ kumda zıpkınla vatos avlarlardı. Sokaklardan dondurmacılar geçerdi o zamanlar. Simdiki gibi binbir çeşit ne gezer 'Dondurma, Kaymaaak' diye bağıran dondurmacının küçücük arabasında sadece kaymaklı ve limonlu dondurma olur, bazen ise çeşit olsun diye vişneli bulunurdu.

Caddebostan Plajı'nın yanı sıra bir de üyelikle girilebilen klüpler vardı. Marmara Yelken Klubü başta olmak üzere, Balıkadamlar, Caddebostan Yat Klübü ve İstanbul Yelken. Eğer bunlardan birine üyeyseniz veya üye bir arkadaşınız varsa bazı sporları yapma veya izleme olanağınız olur, voleybol, ping pong oynar, kıyıdan yelkenlilerin yarışlarını izlerdiniz. Denizin ortasında ise köfteciler vardı. Bunlardan aklımda kalanı ise mayomuzun kenarına sıkıştırdığımız parayla yüzdüğümüz, veya kayıkla yanaştığımız 'Fıştak'tı. Dönerken yüzülüyorsa demirlemiş kayıklara tutuna tutuna, dinlene dinlene yüzülürdü.

Akşamüstüne doğru herkesi bir 'piyasa' heyecanı alırdı. Saçlar yıkanır, bildiğımız ütüyle ütülenerek düzeltilir, ve (Bağdat) Cadde'ye binbir tur atmaya çıkılırdı. Bir aşağı, bir yukarı. Parkur ise genellikle Santral Durağı'ndan Saşkınbakkala kadardı. O zaman 'cafe' adeti bir elin parmaklarını geçmez, 'Borsa'da yer bulabilmek için hızlı davranmak gerekir, 'Divan' ise gençlere çok pahalı geldiğinden ancak hafif 'yaşı geçmiş'lerin duraklama mekanı olurdu. Hali varaba sahiakti oldukça yerinde olan birkaç genç ise bir aşağı bir yukarı arabayla giderek Mustang veya Corvette'leriyle gelene geçene hava atarlardı.

Geceleri ise açık hava sinemalarının keyfine doyulmazdı. Caddebostan'daki Ozan Sineması'nda genellikle Türk filmleri oynar, çıkınca biraz aşağıda, Caddebostan Maksim Gazino'sunun (MIGROS)yakınındaki büfe'de 'zümküfül' yenirdi (Bir çeşit sosisli sandoviç ) Yabancı filmlerin mekanı ise Budak Sineması'ydı (Şimdiki CKM). Yastıgını kapıp tahta iskemlelere yerleştirdikten sonra, çekirdeğini çıtlatarak izlenirdi filmler. Bazen bu sinemalarda Cem Karaca gibi o zamanın ünlü sesleri konserler verir, bazıları ağaç tepelerinden konser izlerdi.

Sonra sonra o köşkler birer birer yıkılmaya, yerlerin uzun uzun binalar dikilmeye, Cadde'deki evlerin yerlerini dükkanlar almaya, arabalar çoğalmaya, faytonlar yok olmaya, tekerlekli dondurmacıların yerini Algida'cılar almaya başladı. Ama ne mutlu ki tüm büyümeler, kalabalıklaşmalar rağmen 'Cadde'yi bozmayı başaramadı! O hala 'Cadde', İstanbul'un ,Türkiye'nin en güzide caddesi hala boydan boya yürümekten zevk aldığım, bir yerde oturup geleni geçeni izlemenin keyfini her yıl bir iki hafta yaşayabildiğim bir yer.

Galata' ya dogru...

Galata' ya dogru...

The best way to improve health care requires physicians and other stakeholders

My honest approach for how to improve the care is to support a methodology such as being self-serving. I would like to start a program to introduce a software-based point-of-care tool for obtaining patient feedback. This real time information can be used with clients to positively impact the patient experience, nurse engagement, physician (soft skills) competence and overall quality. In my perspective the criteria for fulfilling the demand for finding the best way to improve healthcare is that it need be simple to implement, impactful and cost effective. The most impact to healthcare improvement will come from process improvement and healthcare provider recruitment AND retention. The by-products will be reduced cost of care and improved patient satisfaction. This applies to hospitals and private practices. Based on current studies and the economy, supplying adequate healthcare to the community is already tough and is going to get more challenging. Recruiting sufficient healthcare coverage will boost revenue and provide some improvement to patient satisfaction (wait time and access). However, failure to retain the medical staff will significantly hurt the outcome. With high demand and low supply, it will be well worth the time and money to present "we have the greenest pastures here". The method mentioned above may be called such as point-of-care through successful implementations that may turn in to popular key parts of process improvement. You need to have some feedback from the patients and the physicians in order to measure the processes that should be or are currently being improved. In order to achieve this you have to create the acronym HOSPITAL to help those in Healthcare recall the numbers of different types of inefficiencies in any medical facility. Those who have been exposed to Six Sigma and Lean have an appreciation for improvement opportunities and generally view things through differently trained eyes that can see within all those facilities. Publishing the results of the similar programs online may offer a transparent access to the consumers to monitor these inefficiencies. Welcoming any feedback relative to this and encourage your staff to consider this method or similar training methods for their teams will be highly critical for the outcome. We have to understand that it is impossible to solve a problem that we are unaware of. By providing even the most basic tools at the lowest level possible, these problems have a way of surfacing. While everyone recognizes that healthcare systems and organizations need to improve, I think not enough time is spent on firstly identifying the key stakeholders, and secondly properly ENGAGING them. I strongly believe that not enough time is spent trying to engage physicians in this process. In my experience too many of these "improvement strategies" are top-down decisions by non-clinical managers who failed to conduct any research into what physicians might want or what stumbling blocks there are/were to get them to adopt the new technologies. EMR/EHR/CPOE are prime examples - all of these require a breakdown in the normal activity flow of providers, as it requires them to either find and log on to a terminal or carry a bulky instrument. Almost all clients and colleagues I have worked with resent and resist those methods. And look how few MDs are part of Healthcare consulting firm teams. IMHO, I believe more energy should be spent engaging rather than alienating MDs as a first step, then doing the same for patients in order to get buy in from the two key stakeholders as I see it. I've always found that engaging these stakeholders on projects from the beginning results in more buy-in and most importantly, better recommendations/outcomes (a better product).

ULTIMATE RESULTS

ULTIMATE RESULTS

Ilhan Arsel

Ilhan Arsel

BJK FOREVER

BJK FOREVER
Karga kartalların sırtına oturur ve boynunu ısırır. Kartal cevap vermez, kargayla savaşmaz; kargaya zaman veya enerji harcamaz, bunun yerine sadece kanatlarını açar ve göklerde yükselmeye başlar. Uçuş ne kadar yüksek olursa, karganın nefes alması o kadar zor olur ve sonunda karga oksijen eksikliği nedeniyle düşer. Kartaldan öğrenin ve kargalarla savaşmayın, sadece yükselmeye devam edin. Yolculuk için gelebilirler ama yakında düşecekler. Dikkat dağıtıcı şeylere yenik düşmenize izin vermeyin....yukarıdaki şeylere odaklanmaya devam edin ve yükselmeye devam edin!! Kartal ve Karga dersi