Total Pageviews

Monday, June 20, 2016

Alain Deneault: “Dünyayı vasatlar yönetiyor”

Michel Abescat – Télérama – / Çeviri: Haldun Bayrı

Vasatlık hükümdarlığında, ortalama olan, bir kural haline gelir; ortayolculuk hâkim olur: Fikirler ve insanlar birbirinin yerine konabilir. Uyuşturan devrime karşı direnmek gerek diye alarm veriyor filozof Alain Deneault.

“Uyuşturan bir devrim” söz konusu. Bizi hep merkezde konumlanmaya, gevşek düşünmeye, başkalarıyla yer değiştirebilen ve çekmecelerde saklanabilen varlıklar haline gelmek için kanaatlerimizi cebimizde tutmaya davet eden bir devrim. Aman bir tatsızlık çıkmasın, ekonomik ve toplumsal düzeni sorgulatabilecek hiçbir şey icat edilmesin sakın.

“Bastille’in alınması gibi bir şey olmadı; Reichtag Yangını’yla karşılaştırılabilir hiçbir şey yok; Aurora’dan daha tek pâre top atılmadı” diye yazıyor, Montréal Üniversitesi’nde siyasetbiliminde eleştirel düşünce dersleri veren filozof Alain Deneault. “Oysa ayan beyan hücum oldu ve başarıyla taçlandı: Vasatlar iktidarı aldılar.” Açıklaması aşağıda:

Alain Deneault

1970 yılında doğan Kanadalı yazar Alain Deneault “Kara Kanada: Afrika’da hırzılık, yolsuzluk ve yasadışılık” (Noir Canada: Pillage, corruption et criminalité en Afrique) kitabıyle ünlenmiş; pek çok şirket hakkında pek çok dava açmıştı.

“Vasatlık iktidarı” (médiocratie) derken neyi kastediyorsunuz?

Deneault: Fransızca’da “orta” (moyen) olana işaret etmek için “vasatlık” (médiocrité) sözcüğünden başkası yok. “Üstünlük” (supériorité) üstün olana gönderiyor, “astlık” (infériorité) ast olana; fakat “ortalık” (moyenneté) diye bir sözcük yok. Oysa ortalama ile vasatlık arasında bir anlam farkı var; zira ortalama çoğu zaman bir soyutlamaya bağlıdır: ortalama gelir, ortalama uzmanlık, yani değerler hiyerarşisinin ortasında bir yer. Vasatlık ise, buna karşılık, iş üstündeki ortalamadır.

Vasatlık iktidarı (médiocratie) böylece ortalamanın cisimleştirilmesi gereken buyurgan bir kaide haline geldiği bir rejime işaret eder. Model mertebesine yüceltilmiş vasatın düzenidir bu. Dolayısıyla benim için hiç kimseyi damgalamak söz konusu değil; daha ziyade, ille de buna meyyal olmamalarına rağmen bugün insanlara yük olan o vasatlaşma buyruğunun doğasını anlamak söz konusu.

Nedir o buyruk? Nereden geliyor?                                                                     

Deneault: Vasatlık iktidarı öncelikle meslekleri istihdama dönüştüren bölünmeden ve emeğin sanayileşmesinden gelir. Marx bunu daha 1849’da tasvir ediyor. Emeği önce bir güce, sonra da bir maliyete indirgeyen kapitalizm, onun içinden canını çekip almıştır; Taylorizm ise emeğin standartlaştırılmasını en uç mantıklarına zorlamıştır. Böylelikle meslekler azar azar yitirilmiştir; emek cisimsiz bir ortalama yükümlülük haline gelmiştir.

Şu ya da bu işte çalıştığı fark etmeyen çok sayıda ücretlinin gözünde, emek bir geçim yoluna indirgenir. Ortalama yükümlülük, ortalama sonuç; bu işin mimarları ile bu işten istifade edenler dışındaki insanları, neredeyse kimsenin bilincine varamadığı büyük üretim kümelerinin bağrında, birbirinin-yerine-konabilir kimseler kılmaktır hedef.

Vasatlık iktidarının kökeninde, “yönetişim”in (gouvernance) güç artışının bulunduğu hususunda da ısrar ediyorsunuz…

Deneault: Vasatlık iktidarının doğuşunun siyasî yamacı bu. Zararsız görünen yönetişim terimi, Margaret Thatcher ve mesai arkadaşları tarafından 80’li yıllarda kullanıma sokulmuştur. Kamu kurumlarının sağlıklı işletilmesi maskesi altında, daha etkili oldukları varsayılan özel şirket işletme yöntemlerinin Devlet’e uygulanması söz konusuydu.

O zamandan beridir yıldızı parlayan yönetişim, ayırt edici özelliği mevzuatın kaldırılmasıyla kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi ve kurumların kendilerini şirketlerin ihtiyaçlarına uyarlaması olan bir neo-liberal devlet işletme biçimidir. Böylelikle siyasetten, tam tersi olmasına rağmen demokrasiyle karıştırma eğiliminde olunan yönetişime geçmiş bulunmaktayız.

Bir yönetişim rejimindeki siyasî eylem, işletmeye, management elkitaplarında problem solving” (sorun çözme) diye adlandırılan şeye indirgenmiştir: hemen önünüzdeki bir soruna hemen bir çözüm arayışı; ki bu da ilkeler üzerine kurulu her tür uzun vadeli düşünme çabasını, kamusal olarak müzakereye sunulan her tür siyasî görüşü dışlar. Yönetişim rejiminde, tek perspektif olan liberalizm perspektifinde dünyaya ortalama bir bakışı tıpatıp cisimleştiren ufak itaatkâr ortaklar haline gelmeye davet ediliyoruz.

Vasat olmak, işinin uzmanı olmamak değil mi yani?

Deneault: Hayır. Sistem, ortalama uzmanlıkta aktörlerin yükselmesini süper uzmanların ya da hiç uzman olmayanların aleyhine olacak şekilde teşvik ediyor. Hiç uzman olmayanların aleyhinedir, çünkü işe yaramazlar; sistemi ve bu sistemde benimsenen uzlaşmaları sorgulama riskini taşıdıkları için de süper uzmanların aleyhinedir. Vasatta yararlı bir bilgi olmalıdır, bununla birlikte ideolojik temelleri sorgulamayı öğretmemelidir. Böylelikle eleştirel anlayıştan çekinilir, zira her an her şeye yönelebilir o; kuşkuya açıktır, daima kendi talepkârlığına itaat etmektedir. Vasat “oyunbozanlık etmemeli”dir.

Ne demek istiyorsunuz?

Deneault: “Oyunbozanlık etmemek”, sıradan, hatta oyuncaklı görünen güleryüzlü bir deyiştir. Bununla birlikte oyunbozanlık etmemek, kısa vadeli çıkarlara hizmet eden beyaz yalanlara inanmayı kabul etmek, gözümüzü söylenmeyene ve kuralları îmâ eden düşünülmemişe çevirmeksizin kendimizi kurallara tâbi kılmak demektir. Oyunbozanlık etmemek, filanca raporda falancanın ismini zikretmemek, şu kısmı gözardı etmektir, bunun adını hiç anmamak ve keyfîliğin baskın çıkmasına imkân tanımaktır. Eninde sonunda oyunbozanlık etmemek, hile yapa yapa, yozlaşmış kurumlar üretmekten ibarettir.

Aktörler yozlaşmış olduklarını artık bilmedikleri vakit yozlaşma ucuna varmış olur. Hastalığa yakalananların ancak 130 yaşına vardıklarında tehlikeli bir gelişme gösterebilecek olan prostat kanserlerini büyük masraflarla iyileştirecekleri yolunda teminat veren ilaç firmaları gibi. Öğrencilerini özerk zihinler değil de araçsallaştırılmaya müsait uzmanlar olarak yetiştirmek isteyen üniversiteler gibi.

Montréal Üniversitesi’nin rektörü, 2011 sonbaharında bâriz bir gerçeklik gibi teyit etmişti bunu: “Beyinler şirketlerin ihtiyaçlarına tekabül etmelidir.” Hâlâ geniş ölçüde devlet tarafından finanse edilse de, bu üniversitenin idare heyeti üyeleri arasında da şirketler bulunmaktadır zaten. Böylece başlıca Fransızca müfredatlı üniversitemizin rektörü, TF1 genel müdürü iken Patrick Le Lay’in, 2004’te, kanalının Coca-Cola’ya “yatkın beyin zamanı” sattığını söylerken dediklerini neredeyse kelimesi kelimesine tekrarlamaktaydı.

Oyunbozanlık etmemek, nerede olunursa olunsun, özel şirket dilini benimsemek de aynı zamanda…

Deneault: Yönetişim düzeninde kamu hizmetleri, terminolojisiyle birlikte ortadan yok olur. Bir hastaneye giden hasta, tren ya da metro kullanıcısı, bir konser salonundaki seyirci, bir müze müdavimi, hepsi “müşteriler” haline gelir. Québec’teki devlet radyosunda kültürel program yapan bir gazeteci, “tiyatro tüketicisi” olup olmadığımı sordu geçenlerde. Ulusal Kütüphane ise, aldığım kitapların iadesini geciktirdiğimde, “Sevgili müşterimiz” diye başlayan bir mesaj gönderiyor bana. Bu sözcükler alelâde değil. Bir şeyi açığa vuruyorlar. Bugün yaşamakta olduğumuz uyuşturucu devrim hakkında epey mâlûmat var bunlarda.

Vasatlık iktidarının merkezine uzmanı yerleştiriyorsunuz. Neden?

Deneault: Çoğu zaman uzman, demin tanımladığım anlamda vasattır. Yetersiz olduğundan değil, fakat düşüncesini onu istihdam edenlerin çıkarları uyarınca formatlıyordur. Kendilerini meşrulaştırmak için ona ücret ödeyenlerin ihtiyaç duydukları pratik ya da teorik verileri sağlar. İktidar için, aracılığıyla düzenin dayatıldığı ortalama varlıktır.

Böylelikle uzman, filan şirket, falan sanayi, vb. özel çıkar tarafından temenni edilen parametrelere kapatır kendini. Obezite üzerine bir araştırmada Coca-Cola’nın adını zikretmeyecektir, çünkü araştırmayı bu marka finanse etmiştir. İklim değişimlerinin sanayi faaliyetlerine bağlı olmadığını belirtecektir, çünkü araştırmalarını Exxon Mobil bursuyla sürdürmektedir. Uzmanların hakkından gelebilmek için, zamanının doktorlarını Hastalık Hastası’nda yerden yere vuran Molière gibi biri gerekirdi.

Vasatlığın iktidarı siyasî söylemi yavanlaşmaya da itmiyor mu?

Deneault: Şaşacak bir şey yok; siyasî düşünceye hükmeden ortadır, merkezdir, ortalamadır. Aralarındaki söylem farkları ufacık; farklılıklar, temellerden ziyade bir anlaşmazlık görünümüyle simgelerde. “Dengeli ölçüler”, “tam orta”, ya da “taviz”, fetişleştirilen mefhumlar. Sol-sağ eksenindeki bir noktadan ziyade, tek bir yaklaşım ve tek bir mantığın yararına bu eksenin yok oluşuna tekabül eden konumdaki aşırı merkezci siyasî düzendir bu.

Bu vasat ortamda iş bilenin dümen çevirenindir. Yöneticiler bir siyasî çizgi üzerinden seçilirler ve bir kez seçildiklerinde başka bir çizgiyi uygularlar; seçmenler yerel seçimlerden istifade ederek ulusal politikayı protesto ederler, öfkelerini dışa vurmak için Ulusal Cephe’ye (FN) oy verirler; medya ise sadece aktörlerin stratejilerine ilgi göstererek bu yoldan çıkışlara iltimas geçer. Hiçbir gelecek vizyonu yoktur, bütün siyaset oyunu burnunun ucundan ötesini göremez, sürekli onun bunun ucundan tutmaktadır.

Vasatlığın iktidarına nasıl direnmeli?

Deneault: Önce sizi davet ettikleri açık sofraya oturmayacaksınız, sizi oyuna sokmak için devreye koydukları cezbedici ufak şeylere direneceksiniz. Hayır diyeceksiniz. Hayır, bu göreve gelmeyeceğim; hayır bu terfiyi kabul etmeyeceğim; şu avantajdan ya da şu ödülden imtina edeceğim, çünkü zehirli. Bu anlamda direnmek, çileye girmektir, kolay değil.

Kültüre ve entelektüel göndermelere dönmek de aynı şekilde bir gereklilik. Tekrar okumaya, düşünmeye, günümüzde hiçbir anlamları yokmuş gibi elimizin tersiyle itilen kavramların değerini vurgulamaya koyulursak; artık anlamın kalmadığı yere tekrar anlam zerk edersek, marjinal kalma pahasına, siyaseten ilerleme katedilir. Bugün bizzat dile saldırılıyor olması bir tesadüf değil. O dili tekrar kuralım.

Friday, June 10, 2016

Kadıköy Anadolulular seriye ‘otosansür’le katıldı: Işığa koşacağız

Türkiye’nin köklü liselerinden İstanbul Erkek, Galatasaray, Cağaloğlu Anadolu, Bornova Anadolu ve Vefa Lisesi’nde idarecilere yönelik protestolara son katılan Kadıköy Anadolu Lisesi öğrencileri oldu.    
kadikoy anadolu lisesi7

Fotoğraf: Kadıköy Maarif

Kadıköy Anadolulular okul yönetiminin öğrencilere yönelik baskısını, ‘Duyuru’ başlığı altında ‘idarenin incelediği’ bir metinle anlattı.

Metne uyguladığı ‘otosansürle’yaşananları anlatan öğrenciler, açıklamanın ‘sansürsüz’ kısmını protestoya katılan diğer ‘Proje Okul’lara selam gönderip şu sözlerle bitirdi: “Yandaşlara arkasını dönenlerle, yarımada yokuşunda geçmişi özleyenlerle, Fikret’in mirasını koruyanlarla beraber bu kara mürekkebi dağıtmak için ışığa koşacağız.”

Kurulduğu dönemde Türkiye’nin altı Maarif Koleji’nden biri olan Kadıköy Anadolu Lisesi öğrencilerinin yayınladığı ‘otosansür’lü bildirinin tamamı şöyle:

kadikoy anadolu lisesi

“Kadıköy Anadolu Lisesi öğrencileri olarak giriştiğimiz …………….. etkinliklikler……….. idareciler tarafından destek gör(me)mektedir. Okulumuzda ………….. hiçbir …………… problem …………… bulunmamaktadır. Etkinliklerimize ………….. kesinlikle ……………… sansür ………………… uygulanmamaktadır. Kulüp faaliyetlerimiz …………….. özgürce …………… gerçekleşmektedir. Son olarak …………… proje okulları ……….. öğrencilerinin …………….. yaptıkları ………………… yanlışlıklarından …………….. derhal ………………… dönmelerini …………. tavsiye ediyoruz.

Yandaşlara arkasını dönenlerle, yarımada yokuşunda geçmişi özleyenlerle, Fikret’in mirasını koruyanlarla beraber bu kara mürekkebi dağıtmak için ışığa koşacağız”


A Flowchart for Choosing Your Religion

A Flowchart for Choosing Your Religion

Looking for a JOB - How to Be the Next Hire

Making You the Most Viable Next Hire
Being flexible, creative and adaptable in today’s economy is the cornerstone to survival. The job search is no different and, with unemployment rising, requires just as much vigilance. One way you can keep your options open and make yourself even more marketable is by considering Consulting in addition to your quest for full-time employment. Often perceived as an “either-or” scenario, Consulting offers you just as many benefits as it does your “would be” employer:

Track record of Fixing Problems?
Career wise, people typically fall into one of two categories: those who thrive on problem solving and the prospect of a new challenge –or- someone who is exceptionally good at steering the ship once it is on course. If the thought of fixing something that is broken appeals to you (versus has you thinking about reaching for the Tylenol), then Consulting might be an avenue to explore.

A More Flexible Interview
Quite often, what a company needs is someone to tackle a specific problem, not a new full-time employee. Identifying this in the interview and being able to present yourself as the solution to their problem (at a lower cost), can ultimately create a job tailor made for you and your skill set. No one can compete against that.

Dating Before Marriage
A consulting engagement can give you the opportunity to see if this company is a nice place to visit or a great place to live. The only thing worse than a prolonged job search, is ending up in a position that results in you being unemployed again in 6-12 months. Consulting lets you do more due diligence than you could ever accomplish in an interview.

“Consulting” on Your Resume
To many recruiters, seeing “consulting” as your current role without any clients/engagements is just a way to dress up being out of work. But, with a list of key accomplishments at those engagements, you show that you are in demand, have more control over your search and are broadening your experience. The latter is extremely important if you are looking to transition industries.

Change Agent
For companies looking to make some sort of change internally (and you should like this if you have a track record of fixing problems), consulting is a more preferred approach versus hiring a permanent employee. It is much easier to come in as a consultant, effect the course correction and then hand it off to the internal leadership.

Money
Besides the obvious benefit of having income during your search, it also gives you breathing room to be more objective in selecting your next job.

It’s Easier to Find a Job When You Already Have One
So much of what makes this true is that fact that when you are employed, you tend to be a bit more objective because you have a “bird in hand.” Consulting (in addition to easing that financial strain, which helps here) can provide the self-assurance that comes along with being employed, which can get whittled away while unemployed.

Presenting yourself as a viable consultant or full time employee isn’t mutually exclusive. Rather, they are simply two sides to the same coin. For the companies where you interview, this will only make you more viable and versatile in your eyes. For you, there is nothing to lose. The worst thing that happens here is you generate some income to inevitable financial strain of your job search. On the other hand, you might just find through this process that you discover your next career move.

Bağdat Caddesi

Gel de parmaklara hakim ol, yapma bir Caddebostan, Bağdat Caddesi nostaljisi şimdi!...diğer bir deyişle 'Karşı taraf' . Cok uzun seneler yazları gittiğim, son yıllarda ise her Türkiye'ye gittiğimde kaldığım Istanbul'un bir başka eşşiz köşesi.
1960'lı 70'li yıllarda köşkleriyle, bahçelerinden salkım salkım sarkan ortancalarıyla, billur gibi denizliyle, 'sayfiye' yeri olmasıyla meşhur Erenköy, Suadiye, Caddebostan.

Dükkanların az, ağaçların çok olduğu, bunca yıl geçmesine rağmen hala güzelliğini koruyan Bağdat Caddesi. On, onbir yaşımdan itibaren yazlarım geçti oralarda. Sokaklarda oynanırdı o zamanlar, öyle pek araba filan geçmezdi. Doyasıya bisiklete binilir, el birakarak gitmek büyük marifet sayılır Erenköy, Saskınbakkal, Göztepe bisikletle rahat rahat gidilir dönülürdü. Deniz için bazı sokakların denize vardıkları noktalarda bulunan kayıkhanelerden saatlik ücretle kayık kiralanır, kadın erkek kürek çekmeyi bilir, kayıktan denize girilirdi. Bazı gençler dalıp iskele ayaklarından midye toplar bazıları ise sığ kumda zıpkınla vatos avlarlardı. Sokaklardan dondurmacılar geçerdi o zamanlar. Simdiki gibi binbir çeşit ne gezer 'Dondurma, Kaymaaak' diye bağıran dondurmacının küçücük arabasında sadece kaymaklı ve limonlu dondurma olur, bazen ise çeşit olsun diye vişneli bulunurdu.

Caddebostan Plajı'nın yanı sıra bir de üyelikle girilebilen klüpler vardı. Marmara Yelken Klubü başta olmak üzere, Balıkadamlar, Caddebostan Yat Klübü ve İstanbul Yelken. Eğer bunlardan birine üyeyseniz veya üye bir arkadaşınız varsa bazı sporları yapma veya izleme olanağınız olur, voleybol, ping pong oynar, kıyıdan yelkenlilerin yarışlarını izlerdiniz. Denizin ortasında ise köfteciler vardı. Bunlardan aklımda kalanı ise mayomuzun kenarına sıkıştırdığımız parayla yüzdüğümüz, veya kayıkla yanaştığımız 'Fıştak'tı. Dönerken yüzülüyorsa demirlemiş kayıklara tutuna tutuna, dinlene dinlene yüzülürdü.

Akşamüstüne doğru herkesi bir 'piyasa' heyecanı alırdı. Saçlar yıkanır, bildiğımız ütüyle ütülenerek düzeltilir, ve (Bağdat) Cadde'ye binbir tur atmaya çıkılırdı. Bir aşağı, bir yukarı. Parkur ise genellikle Santral Durağı'ndan Saşkınbakkala kadardı. O zaman 'cafe' adeti bir elin parmaklarını geçmez, 'Borsa'da yer bulabilmek için hızlı davranmak gerekir, 'Divan' ise gençlere çok pahalı geldiğinden ancak hafif 'yaşı geçmiş'lerin duraklama mekanı olurdu. Hali varaba sahiakti oldukça yerinde olan birkaç genç ise bir aşağı bir yukarı arabayla giderek Mustang veya Corvette'leriyle gelene geçene hava atarlardı.

Geceleri ise açık hava sinemalarının keyfine doyulmazdı. Caddebostan'daki Ozan Sineması'nda genellikle Türk filmleri oynar, çıkınca biraz aşağıda, Caddebostan Maksim Gazino'sunun (MIGROS)yakınındaki büfe'de 'zümküfül' yenirdi (Bir çeşit sosisli sandoviç ) Yabancı filmlerin mekanı ise Budak Sineması'ydı (Şimdiki CKM). Yastıgını kapıp tahta iskemlelere yerleştirdikten sonra, çekirdeğini çıtlatarak izlenirdi filmler. Bazen bu sinemalarda Cem Karaca gibi o zamanın ünlü sesleri konserler verir, bazıları ağaç tepelerinden konser izlerdi.

Sonra sonra o köşkler birer birer yıkılmaya, yerlerin uzun uzun binalar dikilmeye, Cadde'deki evlerin yerlerini dükkanlar almaya, arabalar çoğalmaya, faytonlar yok olmaya, tekerlekli dondurmacıların yerini Algida'cılar almaya başladı. Ama ne mutlu ki tüm büyümeler, kalabalıklaşmalar rağmen 'Cadde'yi bozmayı başaramadı! O hala 'Cadde', İstanbul'un ,Türkiye'nin en güzide caddesi hala boydan boya yürümekten zevk aldığım, bir yerde oturup geleni geçeni izlemenin keyfini her yıl bir iki hafta yaşayabildiğim bir yer.

Galata' ya dogru...

Galata' ya dogru...

The best way to improve health care requires physicians and other stakeholders

My honest approach for how to improve the care is to support a methodology such as being self-serving. I would like to start a program to introduce a software-based point-of-care tool for obtaining patient feedback. This real time information can be used with clients to positively impact the patient experience, nurse engagement, physician (soft skills) competence and overall quality. In my perspective the criteria for fulfilling the demand for finding the best way to improve healthcare is that it need be simple to implement, impactful and cost effective. The most impact to healthcare improvement will come from process improvement and healthcare provider recruitment AND retention. The by-products will be reduced cost of care and improved patient satisfaction. This applies to hospitals and private practices. Based on current studies and the economy, supplying adequate healthcare to the community is already tough and is going to get more challenging. Recruiting sufficient healthcare coverage will boost revenue and provide some improvement to patient satisfaction (wait time and access). However, failure to retain the medical staff will significantly hurt the outcome. With high demand and low supply, it will be well worth the time and money to present "we have the greenest pastures here". The method mentioned above may be called such as point-of-care through successful implementations that may turn in to popular key parts of process improvement. You need to have some feedback from the patients and the physicians in order to measure the processes that should be or are currently being improved. In order to achieve this you have to create the acronym HOSPITAL to help those in Healthcare recall the numbers of different types of inefficiencies in any medical facility. Those who have been exposed to Six Sigma and Lean have an appreciation for improvement opportunities and generally view things through differently trained eyes that can see within all those facilities. Publishing the results of the similar programs online may offer a transparent access to the consumers to monitor these inefficiencies. Welcoming any feedback relative to this and encourage your staff to consider this method or similar training methods for their teams will be highly critical for the outcome. We have to understand that it is impossible to solve a problem that we are unaware of. By providing even the most basic tools at the lowest level possible, these problems have a way of surfacing. While everyone recognizes that healthcare systems and organizations need to improve, I think not enough time is spent on firstly identifying the key stakeholders, and secondly properly ENGAGING them. I strongly believe that not enough time is spent trying to engage physicians in this process. In my experience too many of these "improvement strategies" are top-down decisions by non-clinical managers who failed to conduct any research into what physicians might want or what stumbling blocks there are/were to get them to adopt the new technologies. EMR/EHR/CPOE are prime examples - all of these require a breakdown in the normal activity flow of providers, as it requires them to either find and log on to a terminal or carry a bulky instrument. Almost all clients and colleagues I have worked with resent and resist those methods. And look how few MDs are part of Healthcare consulting firm teams. IMHO, I believe more energy should be spent engaging rather than alienating MDs as a first step, then doing the same for patients in order to get buy in from the two key stakeholders as I see it. I've always found that engaging these stakeholders on projects from the beginning results in more buy-in and most importantly, better recommendations/outcomes (a better product).

ULTIMATE RESULTS

ULTIMATE RESULTS

Ilhan Arsel

Ilhan Arsel

BJK FOREVER

BJK FOREVER
Karga kartalların sırtına oturur ve boynunu ısırır. Kartal cevap vermez, kargayla savaşmaz; kargaya zaman veya enerji harcamaz, bunun yerine sadece kanatlarını açar ve göklerde yükselmeye başlar. Uçuş ne kadar yüksek olursa, karganın nefes alması o kadar zor olur ve sonunda karga oksijen eksikliği nedeniyle düşer. Kartaldan öğrenin ve kargalarla savaşmayın, sadece yükselmeye devam edin. Yolculuk için gelebilirler ama yakında düşecekler. Dikkat dağıtıcı şeylere yenik düşmenize izin vermeyin....yukarıdaki şeylere odaklanmaya devam edin ve yükselmeye devam edin!! Kartal ve Karga dersi