Total Pageviews

Friday, September 24, 2010

SAYIN ÇOŞKUN; BURASI DEMOKRATİK BİR ÜLKE, HABERİN YOK MU? BU YAZI YAYIMLANIR MI?

Sanat galerisi acilisina yapilan saldirilar ve Bekir Coskun'un isten atilisi nedeniyle, 12 Eylul'un ardindan henuz bir ay dahi gecmemisken, "demokratik" degil "baskici" ve toplumu "korkutan" ve modern yasami tehdit eden uygulamalarin bu kadar hizlica sahnelenmesi, cok endise verici ve dusundurucudur.



BEKİR COŞKUN’DAN, HABERTÜRK’ün Yayımlamadığı
12 Eylül referandumu yazısı


Bekir Coşkun, Habertürk’teki köşesinde, 12 Eylül’de yapılacak olan referandumu yazdı. Coşkun, 12 Eylül darbesiyle bugün yaşananları yan yana koydu.”

Evet” derseniz, ikiziniz olacak...
“EVET” derseniz iki tane “12 Eylül”ünüz olacak...
İkiz “12 Eylül”ler...
Birbirinden farksız...
Koyun Mamak’ın yerine Silivri’yi...
GATA gibi hastaneler, diyelim ki o günlerde yaşlı siyasetçilerin kapatıldığı Zincirbozan...
Fişlemelerin yerine telefon dinlemelerini koyun...
Kenan Evren’in yerine, tek karar verici, tek adam, tek ses, tek seçici Tayyip Erdoğan’ı oturtun...
Eğil...

O tek kişinin akşam aklına geleni sabaha kanunlaştıran bir parlamento...
Adı ister “Kurucu Meclis” olsun, ister “Temsilciler meclisi”, ister “Türkiye Büyük Millet Meclisi”...
Oturtun; Sadi Irmak’ın yerine Mehmet Ali Şahin’i...
Eğil...

Korku aynı korku...
Sabah karanlıklarında evlere baskınlar bire bir...
Sorgusuz-sualsiz alıp götürülenler...
Mahkûm olmadan iki sene hapiste unutulanlar tıpatıp...
Kovulan-atılan-içeri tıkılan gazeteciler, profesörler, aydınlar...
Sinmiş sermaye, pısmış sendikalar...
Asılanların yerine; yüreği dayanamayıp erken çekip gidenleri, kendi şakağına kurşun sıkanları, ranzasının demirine kendini asanları düşünün...
Eğil...

Ve yine sonunda bir anayasa referandumu...
Birinci 12 Eylül’ün asker darbecilere dokunulmazlık sağlayan geçici 15’inci maddesi kalkıyor... Bu kez yerine; sivil darbecilere dokunulmazlık sağlayacak aynı işlevde üç madde geliyor...

Tarih yine 12 Eylül...
“Evet” derseniz...
İki tane “12 Eylül”ünüz olacak...
Birinci; 12 Eylül...
İkinci; 12 Eylül...
Nasıl ki bugün inkâr edip de, birincisine “evet” demekten utandınız...
Aynısı olacak...
İkizine “Evet” derseniz...
Utanacaksınız...


Nacizane goruslerim...

Bugun %58 refaranduma evet dese ve bu ulkede anayasa degisse ne olur degismese ne olur? Bir ornek vereyim: Bizim anayasamizdan cok daha ciddi sorunlarimiz varken biz kalkip eyvah “EVET’ cikti, simdi yargi bagimsizligi yok olacak diye kendimize dert ediyoruz. Yargi bu ulkede zaten bagimsiz degildiki bu anayasa degisikligi ile de bagimsiz olsun. Yargi ne zaman bagimsiz olur; yargi mensuplari parayla satin alinamayacaklari zaman! Bu anayasa degisikligi ile biz iktidarin yargi ustunde cok buyuk bir etkisi olacagini ve Turkiye'de herseyin degisecegini zannediyoruz ya; Turkiye'de yargi ustundeki tek iktidar parti marti degil paradir PARA! Turkiye'de yargi alinir satilir. Denetleyen adalet bakani olsa ne yazar, yada muhalefetin onerdigi baska bir organ olsa ne yazar?  Yani demek istedigim burasi yozlasmis ve degerlerini yitirmis bir ulke, hersey para ile cozuluyor. Butun sorunlar para ile ilgili basliyor ve butun cozumler para ile bulunuyor.

Bu ulkede 30 senedir suren ve milyar milyar dolarlarimizi yiyen bir savas var. Bitmesin diye icerden ve disardan destek goren bir savas. Bitmeyince ne olacak? Dunyada bizim aklimizin alamayacagi buyuklukte bir savas lobisi var, bir yerlerden beslenmesi lazim. Bunun icinde dunyanin herhangi bir az gelismis yerinde sosyal-ekonomik veya politik krizler cikmasi lazim. Bizim yasadigimiz krizlerin sadece ulke dinamikleri oldugunu mu zannediyoruz? Hepsi savas ekonomisinin maarifeti. Kimin alet oldugunu saniyorsunuz? Sadece AKP'nin mi? Yoksa gelmis gecmis butun siyasilerin mi? Sadece Turkiye'de mi oluyor bu, yoksa dunyanin her yerinde mi? Hatta bazen kaosu cikaran ulkenin kendi icinde kendi vatandasina karsi hizmet eden satilmislar. Somurdukleri sey yer alti yer ustu zenginliklerimiz veya yargi sisteminiz degil yani. Cunku tum dunyada cikartabildikleri kadar savas cikartabildiklerinde zaten sondajla, raporla, iscilikle, hakimle, savciyla ugrasmaya gerek kalmadan hatta nukleer enerji gelirlerinin bile milyon katindan fazla para kazanabiliyorlar; ustelik ustune kan sicrayan da kendileri degil, her ulkenin kendi evladi...

Biz hepimiz aslinda ayni seyi soyluyoruz ama ayni zamanda butun bu pespaye ortamin faturasini su anki hukumete kesiyoruz. Cunki olay bizim acinizdan kisisellesmis. Ulkenin gecmisten gelen eksikleri gozumuzde silinmis. Herseyi Ataturk dusmani AKP mi berbat etti, onlar gelmeden yeryuzundeki en medeni en demokratik en gelismis en huzurlu ve mutlu ulkesi bizmiydik, yada oyle gibi bir tablo mu ciziyorduk? AKP iktidari oncesinde heralde cok mutlu ve mureffeh bir hayat yasiyorduk, ben kacirmisim.

 
Demek istedigim bizi yonlendirmek isteyenlerin tuzagina duserek bu ulkenin gelmis gecmis tek sorununu AKP olarak gordugumuz muddetce, her secim sonrasinda "allah allah bu halk neden benim sectigimi secmiyor?" diye hayiflaniriz, daha da ileri gidip bizim gibi dusunmeyenleri aptal ve cahil ilan ederiz ve kutuplasmaya yonleniriz. Sorunun kendisiyle yuzlesmek gibi bir derdimiz olmaz zira. Boyle olunca bu cahil ve aptal ilan ettigimiz halk da eline gecen her firsatta, kendisini dislayan, cahil ve hor goren insanlarin tam karsisinda kim varsa ona oy verir. Bu zamaninda Demokrat Parti idi, sonra Adalet Partisi oldu, simdi de AKP. Hic bosuna umitlenmeyelim, 2011'de de su anki tablodan farkli bir sey cikmayacak. 


Bilime inanalim, tarihimizi okuyalim ve sosyolojik analiz ve cikarimlarimizin gucunu azimsamayalim.

Thursday, September 23, 2010

HİLE NASIL YAPIDI?

O meşhur tartışmalı programın kullanıldığı bilgisayar destekli seçimlerden bu yana "seçim ve tasnif ile birleştirmede hile" tartışmaları malumunuzdur. Maalesef YSK bunları dikkate almadığından referandum sonuçları için de aynı güvensizlik devam ediyor. İktidar da yararlandığı için umurunda değil. Aşağıda 12 Eylül 2010 referandumuna dair bir hile değerlendirmesi var. Bilginize sunarken, hiç olmazsa bundan sonraki seçimde benzer kuşkulardan arınmak için, herkesin bu konuyu şimdiden dile getirip sistemin/kullanılan programın vb. düzeltilmesi için etkili bir kamuoyu oluşumuna katkısını dilerim. Unutmayalım, bir sonraki seçime 12 aydan az bir zaman kaldı.

Muammer Karabulut / 14 Eylül 2010

NÜFUS %3, SEÇMEN SAYISI %20 ARTTI, SANDIK SAYISI İSE %5 AZALDI!..

Öncelikli olarak dünya tarihinin en ağır psikolojik savaşına rağmen, Türkiye’de çıkan HAYIR oyları yüzde yüz, %42 olduğu için endişelenecek bir durumun olmadığını ifade ederken, EVET oyları yüzde yüz, % 58 olmadığı için de aşağıdaki kuşkularım arasında öne çıkanları paylaşmak istiyorum. Seçim öncesi %100 evet diyen bir HAYIRCI olarak da çok iyi biliyorum ki HAYIR diyenler BİN kez, EVET diyenler ise BİR kez EVET demişlerdir.

Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Cumhuriyet düşüncesi nükleer attık gibidir. Yok edilmesinin olanağı yoktur. Bunların hepsi beyhude çaba, AB-D’li sapkınların önlenmesi olanak dışı olan ekonomik iflaslarıdır. Diğer tarafta ise referandum sonuçlarının doğruluğu konusunda kuşkuları gidermek ve önümüzdeki seçimlerde halkın iradesini sandığa eksiksiz yansıtmak için başta Afyon, Ankara, Antalya, Bursa, Denizli, Eskişehir, Hatay, Gaziantep, İstanbul, İzmir, Kayseri, Kocaeli, Konya, Kilis, Ordu, Sakarya, Samsun, Tekirdağ ve Trabzon olmak üzere, 2007 yılında yapılan seçim ile 2010 yılı arasındaki aşağıdaki farkın açıklanması gerekmektedir:


İLLER 2007 2010 Fark
Afyon 435,885 483,583 47,698
Ankara 2,920,818 3,341,663 420,845
Antalya 1,088,979 1,354,787 265,808
Bursa 1,515,111 1,843,820 328,709
Denizli 576,177 665,282 89,105
Eskişehir 504,415 570,044 65,629
Hatay 786,191 922,012 132,821
Gaziantep 696,510 984,683 288,173
İstanbul 7,406,297 9,206,124 1,799,827
İzmir 2,528,035 2,870,888 342,853
Kayseri 686,241 812,554 126,313
Kocaeli 884,889 1,071,556 186,667
Konya 1,184,757 1,327,534 142,777
Kilis 63,213 75,646 10,433
Ordu 459,697 508,677 48,980
Sakaraya 561,191 612,621 51,430
Samsun 779,810 874,952 95,142
Tekirdağ 454,643 567,415 112,772
Trabzon 494,002 543,650 49,648
Toplam: 4,605,630

Nüfus artışı ile seçmen sayısı nasıl orantısız ise aynı şekilde seçmen sayısı ile oy kullanılan sandık sayısı da orantısızdır. 2007 Genel Seçimleri:


Ankara  Antalya Bursa  İzmir  İstanbul  Türkiye
10.089 3.786 5.144 8.601 24.331 159.026
2010 Referandumu (Halkoylaması):
9.011 3.085 5.032 7.697 22.85 151.549

Sonra da Canlı yayında Yiğit BULUT’un sonuçlar gelmeye başladı açıklamalarının yanına, MHP Genel Başkan Yardımcısı Faruk BAL’ın da ifade ettiği ve davacı olduğu gibi, Erdoğan’ın saat 15.01 (!) itibariyle referandumla ilgili açık ikrarı olan “Neticeler gelmeye başladı” sözlerini üstüne koyun. Daha sonra çıkan referandum sonuçlarını yorumlamak için, F. GÜLEN’in ajansı olan CHA’nın verdiği seçim sonuçları ile çeşitli simülasyon ve grafiklerle daha önce olduğu gibi akılların nasıl alındığını düşünün. Düşünürken de Cihan Haber Ajansı’nın cemaate sandık sandık neden görev verdiğini çok boyutlu araştırın. YSK’nin elektronik ortamda en süratli sayımı yaptığı iddia olunan bir ortamda, sandıklar sayıldıktan yalnızca bir saat öncesinden sonuçlara ulaşma isteğine mantıklı yanıtlar ararken, Erdoğan’ın ABD’de yaşayan F. Gülen’e “Okyanus ötesinden destek veren arkadaşlara teşekkür ederim” sözleri en kestirme yoldur.

Acaba EVET oyları siyasi partilerin tüm sandık sonuçlarını toplayacağı ve YSK’nin sonuçları ile kıyaslama yapacağı öngörüsü ile bu sefer de yukarıdaki tabloda görüleceği üzere mükerrer oylarla mı sonuca gittiler? Çünkü önce bir sorunla karşılaşmamak adına seçmen kütüklerini yargı denetiminin dışına çıkarttılar!.. Daha önce pasif de olsa gündeme getirilen seçmen sayısındaki anormal artışı görmek adına aşağıdaki nüfus artışını ve seçmen sayısını kıyaslamak gerekiyor.

2007 Türkiye’nin nüfusu: 67,803,927
2010 Nüfusu 72,561,312
Fark 4,757,383
2007 Kayıtlı seçmen 42,799,303
2010 Kayıtlı seçmen 52,051,828
Fark 9,252,255

21 Ekim 2007 tarihinde yapılan halk oylaması tutanaklarına göre, seçmen kütüğünde yazılı seçmen sayısı: 42, 665,149 2007 yılı Kasım ayı itibari ile adrese dayalı nüfus sonuçları ise 70, 586, 256 gözükmektedir!..

Biraz hatırlatmak gerekirse; MHP Büyükşehir Belediye Başkanı aday adayı Müsavat DERVİŞOĞLU, İzmir'de yaklaşık 1 milyon seçmen hareketliliği olduğunu iddia ederek, “Kentin nüfusu 2000'de bu yana 368 bin artarken, son 1.5 yılda seçmen sayısı 344 bin yükseldi. 2007'de seçim listelerinde yer almayıp, 2009'un seçmen listelerinde yer alan seçmen sayısı 693 bin 502 kişi. 2007'de seçmen olup da 2009'da seçmen olmayan kişi sayısı ise 349 bin 008. Bu hareketlilik seçimlerin iptal edilmesine neden olabilir. Seçimleri boykot konusu gündeme gelebilir” dedi.

BAYKAL 2008 yılında, 2009 yılı yerel seçimleri için, "Bu seçimler bizim siyasi tarihimizin en tartışmalı seçimi haline dönüşecektir" dedikten sonra, "Bu tartışma hiçbir şekilde mazur görülemez. Kütük konusu ilk kez bunca seçimden sonra yargının etkin gözetimi ve denetimi dışına çıkmıştır. Yargıya genel yetki veren bir anlayış vardır ama fiilen kütüğün oluşumu yargının katkısı ile gerçekleştirilmemiştir" dedi.

CHP İzmir Milletvekili Ahmet ERSİN ise soyadına göre hazırlanan seçmen kütüklerinin kontrolünün imkansız olduğunu söyleyerek, “Cin fikirlilerin yürürlüğe koyduğu bir seçim operasyonu ile karşı karşıyayız. 6 milyon yeni seçmen ortaya çıktı. Bunların nerede olduklarını izah etmenin ise imkânı yok” diye konuştu. Nedenine gelince;
- ADNKS (Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi ) hazırlanırken, her evde kimlerin oturduğunu gösteren formlar dolduruldu. Bu formlarda o evde yaşayanların tüm kişisel bilgileri yer aldı. Bu çalışmaya dayanak oluşturan Nüfus Kanunu’nda, nüfus sayımı sırasında elde edilen formların 60 günlük sürenin ardından imha edileceği belirtildi!.. Bu askı süresinin seçmen kütüklerinin askıya çıkarılması ile ilgisi bulunmuyor. Nüfus sayım sonuçlarını 21 Ocak’ta açıklayan TÜİK, 20 Kasım 2008’de yasal olarak gerekli sürenin dolduğu gerekçesiyle formların imhasının gerektiği yönünde genelge yayımladı. Ancak ilgili mevzuatta, “kayıtların kesinlik kazanması halinde” formların imha edilebileceği bilgisi verildi. Ardından ADNKS’ye yönelik itirazlar sürmesine rağmen ne yazık ki TÜİK Başkanlığı, formların büyük bölümünün imha edildiğini açıkladı!..

YSK ise “Bizim TÜİK’le ilgimiz yok, verileri İçişleri Bakanlığı’ndan aldık” diyor. İmha nedeniyle olası bir itiraz halinde, ilgili adreste denetim yapma dışında denetleme imkanı kalmadı. YSK da zaten itirazları TÜİK kayıtlarına göre değil, “yerinde denetim” yaparak karara bağlayacağını açıklamıştı.
- CHP, bu yasa TBMM’den geçerken itiraz etti mi?
- Neden konu o dönemde tartışılmadı? Soruları sorulabilir. Ama yasaya temel oluşturan tasarı 21 Ocak’ta TBMM’ye sunuldu ve Anayasa Komisyonu’nun 31 Ocak ve 14 Şubat’ta yaptığı iki toplantı sonrasında oybirliğiyle kabul edildi. Muhalefet milletvekilleri karşı oy kullanmadı. Tasarı, 12 ve 13 Mart’ta TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi!.. Bugünkü referandumda neden EVET çıktı sorusunda, yanıtlanması gereken bir soru olarak karşımıza çıktı. Türkiye genelinde siyasi partilerin sandık sonuçları YSK’nin sonuçları ile karşılaştırılması ise umarım yapılıyordur. Şu ana kadar siyasi partilerden birisi “elde ettiğimiz sandık seçim raporları doğrultusunda illerden elde ettiğimiz sonuçları YSK ile karşılaştırmasını yaptık” dedi mi? Hayır. Ama adı sıkça geçen cemaat saat 16-18 arası bütün sonuçları CHA ile elde etti ve gereken ne ise yapıldı!..

Monday, September 20, 2010

ACI AMA GERCEK

-->
Türkiye’de Yıllara Göre Okuryazar Oranları ve Sol Partilerin (*) Aldıkları Toplam Oylar
-->
     (*): Sol Partiler: CHP, DSP, CGP, CMP, EMEP, HP, İP, ÖDP, SİP, TİP, TKP, YTP
  -->
Sonuç: İnsanlar Okudukça Sol partilerden (sosyal demokrat/sosyalist/komünist -veya öyle olduğunu iddia eden partiler) vazgeçiyor. Bir baska deyisle egitimin kalitesi dusmus ve okudugunu anlayamayan, muhakeme yetenegi gelismemis ya da bilgi ve birikimi sorgulayamayan bilincsiz bir kusak ulkenin geneline hizla yayilmis.


Saturday, September 18, 2010

WHAT MOTIVATES US?

SA Animate - Drive: The surprising truth about what motivates us
This lively RSA Animate, adapted from Dan Pink's talk at the RSA, illustrates the hidden truths behind what really motivates us at home and in the workplace. www.theRSA.org

A Flowchart for Choosing Your Religion

A Flowchart for Choosing Your Religion

Looking for a JOB - How to Be the Next Hire

Making You the Most Viable Next Hire
Being flexible, creative and adaptable in today’s economy is the cornerstone to survival. The job search is no different and, with unemployment rising, requires just as much vigilance. One way you can keep your options open and make yourself even more marketable is by considering Consulting in addition to your quest for full-time employment. Often perceived as an “either-or” scenario, Consulting offers you just as many benefits as it does your “would be” employer:

Track record of Fixing Problems?
Career wise, people typically fall into one of two categories: those who thrive on problem solving and the prospect of a new challenge –or- someone who is exceptionally good at steering the ship once it is on course. If the thought of fixing something that is broken appeals to you (versus has you thinking about reaching for the Tylenol), then Consulting might be an avenue to explore.

A More Flexible Interview
Quite often, what a company needs is someone to tackle a specific problem, not a new full-time employee. Identifying this in the interview and being able to present yourself as the solution to their problem (at a lower cost), can ultimately create a job tailor made for you and your skill set. No one can compete against that.

Dating Before Marriage
A consulting engagement can give you the opportunity to see if this company is a nice place to visit or a great place to live. The only thing worse than a prolonged job search, is ending up in a position that results in you being unemployed again in 6-12 months. Consulting lets you do more due diligence than you could ever accomplish in an interview.

“Consulting” on Your Resume
To many recruiters, seeing “consulting” as your current role without any clients/engagements is just a way to dress up being out of work. But, with a list of key accomplishments at those engagements, you show that you are in demand, have more control over your search and are broadening your experience. The latter is extremely important if you are looking to transition industries.

Change Agent
For companies looking to make some sort of change internally (and you should like this if you have a track record of fixing problems), consulting is a more preferred approach versus hiring a permanent employee. It is much easier to come in as a consultant, effect the course correction and then hand it off to the internal leadership.

Money
Besides the obvious benefit of having income during your search, it also gives you breathing room to be more objective in selecting your next job.

It’s Easier to Find a Job When You Already Have One
So much of what makes this true is that fact that when you are employed, you tend to be a bit more objective because you have a “bird in hand.” Consulting (in addition to easing that financial strain, which helps here) can provide the self-assurance that comes along with being employed, which can get whittled away while unemployed.

Presenting yourself as a viable consultant or full time employee isn’t mutually exclusive. Rather, they are simply two sides to the same coin. For the companies where you interview, this will only make you more viable and versatile in your eyes. For you, there is nothing to lose. The worst thing that happens here is you generate some income to inevitable financial strain of your job search. On the other hand, you might just find through this process that you discover your next career move.

Bağdat Caddesi

Gel de parmaklara hakim ol, yapma bir Caddebostan, Bağdat Caddesi nostaljisi şimdi!...diğer bir deyişle 'Karşı taraf' . Cok uzun seneler yazları gittiğim, son yıllarda ise her Türkiye'ye gittiğimde kaldığım Istanbul'un bir başka eşşiz köşesi.
1960'lı 70'li yıllarda köşkleriyle, bahçelerinden salkım salkım sarkan ortancalarıyla, billur gibi denizliyle, 'sayfiye' yeri olmasıyla meşhur Erenköy, Suadiye, Caddebostan.

Dükkanların az, ağaçların çok olduğu, bunca yıl geçmesine rağmen hala güzelliğini koruyan Bağdat Caddesi. On, onbir yaşımdan itibaren yazlarım geçti oralarda. Sokaklarda oynanırdı o zamanlar, öyle pek araba filan geçmezdi. Doyasıya bisiklete binilir, el birakarak gitmek büyük marifet sayılır Erenköy, Saskınbakkal, Göztepe bisikletle rahat rahat gidilir dönülürdü. Deniz için bazı sokakların denize vardıkları noktalarda bulunan kayıkhanelerden saatlik ücretle kayık kiralanır, kadın erkek kürek çekmeyi bilir, kayıktan denize girilirdi. Bazı gençler dalıp iskele ayaklarından midye toplar bazıları ise sığ kumda zıpkınla vatos avlarlardı. Sokaklardan dondurmacılar geçerdi o zamanlar. Simdiki gibi binbir çeşit ne gezer 'Dondurma, Kaymaaak' diye bağıran dondurmacının küçücük arabasında sadece kaymaklı ve limonlu dondurma olur, bazen ise çeşit olsun diye vişneli bulunurdu.

Caddebostan Plajı'nın yanı sıra bir de üyelikle girilebilen klüpler vardı. Marmara Yelken Klubü başta olmak üzere, Balıkadamlar, Caddebostan Yat Klübü ve İstanbul Yelken. Eğer bunlardan birine üyeyseniz veya üye bir arkadaşınız varsa bazı sporları yapma veya izleme olanağınız olur, voleybol, ping pong oynar, kıyıdan yelkenlilerin yarışlarını izlerdiniz. Denizin ortasında ise köfteciler vardı. Bunlardan aklımda kalanı ise mayomuzun kenarına sıkıştırdığımız parayla yüzdüğümüz, veya kayıkla yanaştığımız 'Fıştak'tı. Dönerken yüzülüyorsa demirlemiş kayıklara tutuna tutuna, dinlene dinlene yüzülürdü.

Akşamüstüne doğru herkesi bir 'piyasa' heyecanı alırdı. Saçlar yıkanır, bildiğımız ütüyle ütülenerek düzeltilir, ve (Bağdat) Cadde'ye binbir tur atmaya çıkılırdı. Bir aşağı, bir yukarı. Parkur ise genellikle Santral Durağı'ndan Saşkınbakkala kadardı. O zaman 'cafe' adeti bir elin parmaklarını geçmez, 'Borsa'da yer bulabilmek için hızlı davranmak gerekir, 'Divan' ise gençlere çok pahalı geldiğinden ancak hafif 'yaşı geçmiş'lerin duraklama mekanı olurdu. Hali varaba sahiakti oldukça yerinde olan birkaç genç ise bir aşağı bir yukarı arabayla giderek Mustang veya Corvette'leriyle gelene geçene hava atarlardı.

Geceleri ise açık hava sinemalarının keyfine doyulmazdı. Caddebostan'daki Ozan Sineması'nda genellikle Türk filmleri oynar, çıkınca biraz aşağıda, Caddebostan Maksim Gazino'sunun (MIGROS)yakınındaki büfe'de 'zümküfül' yenirdi (Bir çeşit sosisli sandoviç ) Yabancı filmlerin mekanı ise Budak Sineması'ydı (Şimdiki CKM). Yastıgını kapıp tahta iskemlelere yerleştirdikten sonra, çekirdeğini çıtlatarak izlenirdi filmler. Bazen bu sinemalarda Cem Karaca gibi o zamanın ünlü sesleri konserler verir, bazıları ağaç tepelerinden konser izlerdi.

Sonra sonra o köşkler birer birer yıkılmaya, yerlerin uzun uzun binalar dikilmeye, Cadde'deki evlerin yerlerini dükkanlar almaya, arabalar çoğalmaya, faytonlar yok olmaya, tekerlekli dondurmacıların yerini Algida'cılar almaya başladı. Ama ne mutlu ki tüm büyümeler, kalabalıklaşmalar rağmen 'Cadde'yi bozmayı başaramadı! O hala 'Cadde', İstanbul'un ,Türkiye'nin en güzide caddesi hala boydan boya yürümekten zevk aldığım, bir yerde oturup geleni geçeni izlemenin keyfini her yıl bir iki hafta yaşayabildiğim bir yer.

Galata' ya dogru...

Galata' ya dogru...

The best way to improve health care requires physicians and other stakeholders

My honest approach for how to improve the care is to support a methodology such as being self-serving. I would like to start a program to introduce a software-based point-of-care tool for obtaining patient feedback. This real time information can be used with clients to positively impact the patient experience, nurse engagement, physician (soft skills) competence and overall quality. In my perspective the criteria for fulfilling the demand for finding the best way to improve healthcare is that it need be simple to implement, impactful and cost effective. The most impact to healthcare improvement will come from process improvement and healthcare provider recruitment AND retention. The by-products will be reduced cost of care and improved patient satisfaction. This applies to hospitals and private practices. Based on current studies and the economy, supplying adequate healthcare to the community is already tough and is going to get more challenging. Recruiting sufficient healthcare coverage will boost revenue and provide some improvement to patient satisfaction (wait time and access). However, failure to retain the medical staff will significantly hurt the outcome. With high demand and low supply, it will be well worth the time and money to present "we have the greenest pastures here". The method mentioned above may be called such as point-of-care through successful implementations that may turn in to popular key parts of process improvement. You need to have some feedback from the patients and the physicians in order to measure the processes that should be or are currently being improved. In order to achieve this you have to create the acronym HOSPITAL to help those in Healthcare recall the numbers of different types of inefficiencies in any medical facility. Those who have been exposed to Six Sigma and Lean have an appreciation for improvement opportunities and generally view things through differently trained eyes that can see within all those facilities. Publishing the results of the similar programs online may offer a transparent access to the consumers to monitor these inefficiencies. Welcoming any feedback relative to this and encourage your staff to consider this method or similar training methods for their teams will be highly critical for the outcome. We have to understand that it is impossible to solve a problem that we are unaware of. By providing even the most basic tools at the lowest level possible, these problems have a way of surfacing. While everyone recognizes that healthcare systems and organizations need to improve, I think not enough time is spent on firstly identifying the key stakeholders, and secondly properly ENGAGING them. I strongly believe that not enough time is spent trying to engage physicians in this process. In my experience too many of these "improvement strategies" are top-down decisions by non-clinical managers who failed to conduct any research into what physicians might want or what stumbling blocks there are/were to get them to adopt the new technologies. EMR/EHR/CPOE are prime examples - all of these require a breakdown in the normal activity flow of providers, as it requires them to either find and log on to a terminal or carry a bulky instrument. Almost all clients and colleagues I have worked with resent and resist those methods. And look how few MDs are part of Healthcare consulting firm teams. IMHO, I believe more energy should be spent engaging rather than alienating MDs as a first step, then doing the same for patients in order to get buy in from the two key stakeholders as I see it. I've always found that engaging these stakeholders on projects from the beginning results in more buy-in and most importantly, better recommendations/outcomes (a better product).

ULTIMATE RESULTS

ULTIMATE RESULTS

Ilhan Arsel

Ilhan Arsel

BJK FOREVER

BJK FOREVER
Karga kartalların sırtına oturur ve boynunu ısırır. Kartal cevap vermez, kargayla savaşmaz; kargaya zaman veya enerji harcamaz, bunun yerine sadece kanatlarını açar ve göklerde yükselmeye başlar. Uçuş ne kadar yüksek olursa, karganın nefes alması o kadar zor olur ve sonunda karga oksijen eksikliği nedeniyle düşer. Kartaldan öğrenin ve kargalarla savaşmayın, sadece yükselmeye devam edin. Yolculuk için gelebilirler ama yakında düşecekler. Dikkat dağıtıcı şeylere yenik düşmenize izin vermeyin....yukarıdaki şeylere odaklanmaya devam edin ve yükselmeye devam edin!! Kartal ve Karga dersi