Total Pageviews

Tuesday, June 19, 2012

Amaç Güneşin Tehlikeli Işınlarından kaçmak değil

Gunes'e cikarken neler yapiyorsunuz?
Hangi saatlerde gunesten uzak durmaniz gerektigini biliyor musunuz?
Gunesin tehlikelerinden haberdar misiniz?

Bu sorularin cevaplari iki farkli yaklasim tarzi ile degerlendirilmis...

X. 
Güneşin tehlikeli ışınları cildimize zararlıdır. Bunu hepimiz biliyoruz.
Bilmemize rağmen, bazen bile bile güneşte uzun süre kalıyoruz. Bazen güneş kremi sürmeyi ihmal ediyoruz. Aşırı dozda ultraviyole ışınlarının cildi erken yaşlandırdığı ve kösele gibi bir görüntü oluşturduğu biliniyor. Kırışıklıkların da ötesinde ölümcül cilt kanserine de neden olabilir. Güneşin UVA ışınları bulutlu günlerde de zarar verebiliyor.  UVA ışınları derinin alt katmanlarına ulaşarak yaşlanmayı hızlandırıyor ve kırışıklıkları arttırıyor. New England of Medicine dergisine göre UVA ışınları deriyi sertleştiriyor ve esnekliğini kaybetmesine neden oluyor. Daha önceleri uzmanlar UVB ışınlarının güneş yanıklarına ve cilt kanserine neden olduğunu düşünüyordu. Ancak son zamanlarda yapılan araştırmalar UVA ışınlarının, derinin en alt katmanlarına bile ulaşabildiğini ve kansere meydan verdiğini gösterdi.
Y.
Bilinçsiz güneşlenme elbette sakıncalı, ancak sağlık için güneşten kaçmak değil tam tersine işlenmemiş, pişirilmemiş, antioksidan özelliği fazla çiğ ve taze meyve sebze tüketimi ile vücudun doğal sağlığını arttırarak bugün anaakım tıp ve ilaç sanayii tarafından pompalanan Vit-D oranlarının kat be kat üzerinde oranlar yakalamak için mutlaka HERGÜN güneşe çıkmak gerekli. Bu demek değildir ki saatler boyu öğle güneşinin altında kalınacak! Basit sağduyu yöntemiyle, azar azar ve cildin tolere edebileceği ölçülerde sabah ve aksam güneşine herhangi bir güneş koruyucusu KULLANMADAN çıkmak gerekiyor. Piyasadaki güneş kremlerinin pek çoğunun içindeki etken maddeleri ve free radicals denen maddeleri araştırmanızı tavsiye ederim. Bu kremlerle, özellikle de tavsiye ediklen oran ve sıklıkta cilde uygulanmalarıyla kanserden korumayı bir yana bırakın, doğrudan cilt kanserine yol açtıklarını biraz araştırmayla görebilirsiniz. 
"In the opinion of many researchers Vitamin D has been completely mis-characterized and thoroughly under prescribed for many years. For example the dosage in most multi-vitamins is around 400 I.U. and it is a fact that a person standing in swim trunks on a summer day at noon will generate this amount in about 3 minutes. Standing in that sun for 1 hour will produce about 10,000 I.U. Reinhold Vieth PhD, researcher at the University of Toronto, notes that blood levels don’t even measurably rise till 4000 IU (100 micrograms) is consumed and only after many weeks of use. Thus, it is almost impossible to get too much Vitamin D. Evidence for the benefits of Vitamin D is pouring in. William B Grant PhD of the Sunlight, Nutrition and Health Research Center in San Francisco, says there is compelling evidence that low vitamin D levels lead to increased risk of rickets (soft bones), osteoporosis (loss of bone), 16 cancers (including prostate, breast, colon, ovary, Hodgkin’s lymphoma), as well as psoriasis, diabetes, high blood pressure, heart disease, multiple sclerosis and susceptibility to tuberculosis. [Journal Cosmetic Dermatology 2: 86-98, 2003]. Our tests have demonstrated that GcMAF works 2.5 times faster in the presence of Vitamin D so healthy levels must be present to enable a quicker response. If you are considering taking GcMAF (or even if you are not) it is prudent to take Vitamin D supplements as soon as you can – we recommend around 9000 UI a day and regular exercise in the sun for at least 30 minutes a day if possible. Be very aware of your Vitamin D levels. Vitamin D test kits can be ordered online or ask your GP for a test. The normal range is 40.0 to 74.0 nanograms per millilitre -ng/mL."  
Kış aylarında da bu seviyenin doğal olarak düşmesi sonucu grip ve benzeri hastalıklara ‘mevsimsel’ olarak yakalanıyor oluşumuz da rastlantı değil. O yüzden, daha önce de belirttiğim gibi, organik yeşil sebze, meyve ve antioksidan özelliği yüksel böğürtlenler gibi doğanın bizlere sunduğu gıdaları diyetimize dahil edip, alkol sigara ve hazır yiyeceklerden uzak durduğumuz sürece vücudumuz zaten bize kimyasal katkılı güneş koruyucuları kullanmadan, hayati önem taşıyan güneş ışınlarını derimize zarar vermeden almamıza olanak sağlıyor. Yüzyıllardır insanlık güneş kremi olmadan evrimini bu yolla başarıyla gerçekleştirmiş, cilt kanserindeki artış ise son 50-60 yıldır dikkat çekici düzeyde. Beslenmesinde araz bulunan kişilerde ise, üzerine bir de güneş kremi ve diğer kozmetik ürünlerin kullanılması cilt kanserini tetikliyor. Sanayileşme sonrası güneş kremlerinin yaygın olarak pazarlanıp kullanımı sonrası dünyada cilt kanseri vakalarının artmış olduğu da bir gerçek. Norveç vakası buna güzel bir örnek. Norveçlilerde yaygın güneş kremi kullanıma geçtikten sonra, oldukça eğik açıyla ve yılın az sayıda gününde güneş görmelerine rağmen cilt kanseri vakalarında patlama yaşanıyor. Ve bu, ozon tabakasının delinmesinden bir 15-20 yıl önce gerçekleşmiş bir durum.

Gunes her zamanakinden daha tehlikeli. Saat 10-16 arasindaki tesirli gunes altinda cok fazla zaman harcamamak gerektigi butun dunyada bir norm olarak kabul edilmis durumda. 
Sokakta yururken, balkonda camasir asarken, aksamustu parkta dolasirken, bakkalin onunde komsuyla konusurken gunes isinlarini, dolayisiyla D vitaminini aliyoruz. Bunu gun boyunca defalarca yapiyoruz. Turkiye gibi bol gunesli bir ulke icin bu sorun degil cunku yilin buyuk cogunlugu gunes isinlarina maruz kaliyoruz. Tehlikeli olan sey korunmadan gunes altinda zaman harcamak. 

Dezenformasyona gelince... Ben gunes kremlerini savunuyorum cunku kremsiz gunes altinda durmak daha tehlikeli. En yeni cilt kanserinin genc kadinlri kisa surede olume goturdugunu biliyor muydunuz? Kremlerin de kanserojen icerebilecegi dusuncesine karsi degilim, ama gunesin hasariyla karsilastirildiginda kremlerin yaninda olmak gerekli. Sizinle ozel yasantimdan bir enstantane paylasayim: Bazen sabah 8-9 arasi kosarim. O saatte bile yeterince korunmadiysam bronzlasiyorum. Gunes isinlari tehlikelidir!
Dünyada tıbbi normları fakultedeki eğitimden uygulamaya kadar takdir edersiniz ki dünyanın en büyük ve güçlü sektörü olan ilaç ve ecza sanayinin “iş adamları” belirliyor. “New England Medicine” olarak belirttiğiniz dergi de sanırım “The New England Journal of Medicine”dır. Bu derginin mümkünse herhangi bir sayısını alıp bir inceleyin. Toplam dergi sayfası içinde kaç adet sayfada ilaç ve ecza sanayiinden şirketlerin ürün reklamlarını göreceğinizi merak ediyorum.  Hatta bununla da yetinmeyin ve bu derginin 20 yıl editörlüğünü yapmış Dr. Marcia Angell’in şu linkten bulabileceğiniz kitabındaki eleştirilerini de bir okuyun. Güneş herzamankinden tehlikeli değil düşündüğünüz gibi; güneş milyonlarca yıldır yaptığından farklı bir şey yapmıyor, hayat kaynağı olma görevini yürütüyor. Tehlikeli olan modern yaşam koşullarında sağlıklı beslenme ve yaşama alışkanlıklarını yitirmiş bir dünya nüfusunun oluşmuş olması.  Öncelikle, bahsettiğiniz yaşam tarzına şehir hayatında kaç kişinin sahip olduğunu merak ediyorum, üstelik de defalarca yapıldığını söylüyorsunuz. Vücudun D vitamini hormonunu aktive edebilmesi için gerekli güneş ışınını alabilmesi için vücudun %40′ının maruz kalması gerektiği belirtiliyor ve insan vücudunda üst torso bunun için etkili yer, kol ve bacaklardan alınan güneş ışını bu aktivasyon için çok daha az etkili. 
Genci yaşlısı D-Vitamini eksikliğinden kaç kadın ya da erkeğin immünolojik rahatsızlık, kemik erimesi ve çeşitli kanser türlerinden öldüğü ile ilgili de okuma yapmanızı öneririm.  Kremlerin kanserojen içerme durumu ise bir ihtimal değil, gerçek malesef. Oxybenzone, methoxycinnamate, ve PABA hakkında da bilgi edinmenizi sağlığınız açısından tevsiye ederim.

Saniyorum ortak nokta gunesin isinlari yeterince alinirsa faydalidir. O yuzden gunese cikilacak zaman ve guneste gecirilecek sure iyi ayarlanmali ki maksimum fayda elde edilsin. Ancak gunesin bilincsizce depolandigi hallerde saglik icin riskli olabilir.

No comments:

A Flowchart for Choosing Your Religion

A Flowchart for Choosing Your Religion

Looking for a JOB - How to Be the Next Hire

Making You the Most Viable Next Hire
Being flexible, creative and adaptable in today’s economy is the cornerstone to survival. The job search is no different and, with unemployment rising, requires just as much vigilance. One way you can keep your options open and make yourself even more marketable is by considering Consulting in addition to your quest for full-time employment. Often perceived as an “either-or” scenario, Consulting offers you just as many benefits as it does your “would be” employer:

Track record of Fixing Problems?
Career wise, people typically fall into one of two categories: those who thrive on problem solving and the prospect of a new challenge –or- someone who is exceptionally good at steering the ship once it is on course. If the thought of fixing something that is broken appeals to you (versus has you thinking about reaching for the Tylenol), then Consulting might be an avenue to explore.

A More Flexible Interview
Quite often, what a company needs is someone to tackle a specific problem, not a new full-time employee. Identifying this in the interview and being able to present yourself as the solution to their problem (at a lower cost), can ultimately create a job tailor made for you and your skill set. No one can compete against that.

Dating Before Marriage
A consulting engagement can give you the opportunity to see if this company is a nice place to visit or a great place to live. The only thing worse than a prolonged job search, is ending up in a position that results in you being unemployed again in 6-12 months. Consulting lets you do more due diligence than you could ever accomplish in an interview.

“Consulting” on Your Resume
To many recruiters, seeing “consulting” as your current role without any clients/engagements is just a way to dress up being out of work. But, with a list of key accomplishments at those engagements, you show that you are in demand, have more control over your search and are broadening your experience. The latter is extremely important if you are looking to transition industries.

Change Agent
For companies looking to make some sort of change internally (and you should like this if you have a track record of fixing problems), consulting is a more preferred approach versus hiring a permanent employee. It is much easier to come in as a consultant, effect the course correction and then hand it off to the internal leadership.

Money
Besides the obvious benefit of having income during your search, it also gives you breathing room to be more objective in selecting your next job.

It’s Easier to Find a Job When You Already Have One
So much of what makes this true is that fact that when you are employed, you tend to be a bit more objective because you have a “bird in hand.” Consulting (in addition to easing that financial strain, which helps here) can provide the self-assurance that comes along with being employed, which can get whittled away while unemployed.

Presenting yourself as a viable consultant or full time employee isn’t mutually exclusive. Rather, they are simply two sides to the same coin. For the companies where you interview, this will only make you more viable and versatile in your eyes. For you, there is nothing to lose. The worst thing that happens here is you generate some income to inevitable financial strain of your job search. On the other hand, you might just find through this process that you discover your next career move.

Bağdat Caddesi

Gel de parmaklara hakim ol, yapma bir Caddebostan, Bağdat Caddesi nostaljisi şimdi!...diğer bir deyişle 'Karşı taraf' . Cok uzun seneler yazları gittiğim, son yıllarda ise her Türkiye'ye gittiğimde kaldığım Istanbul'un bir başka eşşiz köşesi.
1960'lı 70'li yıllarda köşkleriyle, bahçelerinden salkım salkım sarkan ortancalarıyla, billur gibi denizliyle, 'sayfiye' yeri olmasıyla meşhur Erenköy, Suadiye, Caddebostan.

Dükkanların az, ağaçların çok olduğu, bunca yıl geçmesine rağmen hala güzelliğini koruyan Bağdat Caddesi. On, onbir yaşımdan itibaren yazlarım geçti oralarda. Sokaklarda oynanırdı o zamanlar, öyle pek araba filan geçmezdi. Doyasıya bisiklete binilir, el birakarak gitmek büyük marifet sayılır Erenköy, Saskınbakkal, Göztepe bisikletle rahat rahat gidilir dönülürdü. Deniz için bazı sokakların denize vardıkları noktalarda bulunan kayıkhanelerden saatlik ücretle kayık kiralanır, kadın erkek kürek çekmeyi bilir, kayıktan denize girilirdi. Bazı gençler dalıp iskele ayaklarından midye toplar bazıları ise sığ kumda zıpkınla vatos avlarlardı. Sokaklardan dondurmacılar geçerdi o zamanlar. Simdiki gibi binbir çeşit ne gezer 'Dondurma, Kaymaaak' diye bağıran dondurmacının küçücük arabasında sadece kaymaklı ve limonlu dondurma olur, bazen ise çeşit olsun diye vişneli bulunurdu.

Caddebostan Plajı'nın yanı sıra bir de üyelikle girilebilen klüpler vardı. Marmara Yelken Klubü başta olmak üzere, Balıkadamlar, Caddebostan Yat Klübü ve İstanbul Yelken. Eğer bunlardan birine üyeyseniz veya üye bir arkadaşınız varsa bazı sporları yapma veya izleme olanağınız olur, voleybol, ping pong oynar, kıyıdan yelkenlilerin yarışlarını izlerdiniz. Denizin ortasında ise köfteciler vardı. Bunlardan aklımda kalanı ise mayomuzun kenarına sıkıştırdığımız parayla yüzdüğümüz, veya kayıkla yanaştığımız 'Fıştak'tı. Dönerken yüzülüyorsa demirlemiş kayıklara tutuna tutuna, dinlene dinlene yüzülürdü.

Akşamüstüne doğru herkesi bir 'piyasa' heyecanı alırdı. Saçlar yıkanır, bildiğımız ütüyle ütülenerek düzeltilir, ve (Bağdat) Cadde'ye binbir tur atmaya çıkılırdı. Bir aşağı, bir yukarı. Parkur ise genellikle Santral Durağı'ndan Saşkınbakkala kadardı. O zaman 'cafe' adeti bir elin parmaklarını geçmez, 'Borsa'da yer bulabilmek için hızlı davranmak gerekir, 'Divan' ise gençlere çok pahalı geldiğinden ancak hafif 'yaşı geçmiş'lerin duraklama mekanı olurdu. Hali varaba sahiakti oldukça yerinde olan birkaç genç ise bir aşağı bir yukarı arabayla giderek Mustang veya Corvette'leriyle gelene geçene hava atarlardı.

Geceleri ise açık hava sinemalarının keyfine doyulmazdı. Caddebostan'daki Ozan Sineması'nda genellikle Türk filmleri oynar, çıkınca biraz aşağıda, Caddebostan Maksim Gazino'sunun (MIGROS)yakınındaki büfe'de 'zümküfül' yenirdi (Bir çeşit sosisli sandoviç ) Yabancı filmlerin mekanı ise Budak Sineması'ydı (Şimdiki CKM). Yastıgını kapıp tahta iskemlelere yerleştirdikten sonra, çekirdeğini çıtlatarak izlenirdi filmler. Bazen bu sinemalarda Cem Karaca gibi o zamanın ünlü sesleri konserler verir, bazıları ağaç tepelerinden konser izlerdi.

Sonra sonra o köşkler birer birer yıkılmaya, yerlerin uzun uzun binalar dikilmeye, Cadde'deki evlerin yerlerini dükkanlar almaya, arabalar çoğalmaya, faytonlar yok olmaya, tekerlekli dondurmacıların yerini Algida'cılar almaya başladı. Ama ne mutlu ki tüm büyümeler, kalabalıklaşmalar rağmen 'Cadde'yi bozmayı başaramadı! O hala 'Cadde', İstanbul'un ,Türkiye'nin en güzide caddesi hala boydan boya yürümekten zevk aldığım, bir yerde oturup geleni geçeni izlemenin keyfini her yıl bir iki hafta yaşayabildiğim bir yer.

Galata' ya dogru...

Galata' ya dogru...

The best way to improve health care requires physicians and other stakeholders

My honest approach for how to improve the care is to support a methodology such as being self-serving. I would like to start a program to introduce a software-based point-of-care tool for obtaining patient feedback. This real time information can be used with clients to positively impact the patient experience, nurse engagement, physician (soft skills) competence and overall quality. In my perspective the criteria for fulfilling the demand for finding the best way to improve healthcare is that it need be simple to implement, impactful and cost effective. The most impact to healthcare improvement will come from process improvement and healthcare provider recruitment AND retention. The by-products will be reduced cost of care and improved patient satisfaction. This applies to hospitals and private practices. Based on current studies and the economy, supplying adequate healthcare to the community is already tough and is going to get more challenging. Recruiting sufficient healthcare coverage will boost revenue and provide some improvement to patient satisfaction (wait time and access). However, failure to retain the medical staff will significantly hurt the outcome. With high demand and low supply, it will be well worth the time and money to present "we have the greenest pastures here". The method mentioned above may be called such as point-of-care through successful implementations that may turn in to popular key parts of process improvement. You need to have some feedback from the patients and the physicians in order to measure the processes that should be or are currently being improved. In order to achieve this you have to create the acronym HOSPITAL to help those in Healthcare recall the numbers of different types of inefficiencies in any medical facility. Those who have been exposed to Six Sigma and Lean have an appreciation for improvement opportunities and generally view things through differently trained eyes that can see within all those facilities. Publishing the results of the similar programs online may offer a transparent access to the consumers to monitor these inefficiencies. Welcoming any feedback relative to this and encourage your staff to consider this method or similar training methods for their teams will be highly critical for the outcome. We have to understand that it is impossible to solve a problem that we are unaware of. By providing even the most basic tools at the lowest level possible, these problems have a way of surfacing. While everyone recognizes that healthcare systems and organizations need to improve, I think not enough time is spent on firstly identifying the key stakeholders, and secondly properly ENGAGING them. I strongly believe that not enough time is spent trying to engage physicians in this process. In my experience too many of these "improvement strategies" are top-down decisions by non-clinical managers who failed to conduct any research into what physicians might want or what stumbling blocks there are/were to get them to adopt the new technologies. EMR/EHR/CPOE are prime examples - all of these require a breakdown in the normal activity flow of providers, as it requires them to either find and log on to a terminal or carry a bulky instrument. Almost all clients and colleagues I have worked with resent and resist those methods. And look how few MDs are part of Healthcare consulting firm teams. IMHO, I believe more energy should be spent engaging rather than alienating MDs as a first step, then doing the same for patients in order to get buy in from the two key stakeholders as I see it. I've always found that engaging these stakeholders on projects from the beginning results in more buy-in and most importantly, better recommendations/outcomes (a better product).

ULTIMATE RESULTS

ULTIMATE RESULTS

Ilhan Arsel

Ilhan Arsel

BJK FOREVER

BJK FOREVER
Karga kartalların sırtına oturur ve boynunu ısırır. Kartal cevap vermez, kargayla savaşmaz; kargaya zaman veya enerji harcamaz, bunun yerine sadece kanatlarını açar ve göklerde yükselmeye başlar. Uçuş ne kadar yüksek olursa, karganın nefes alması o kadar zor olur ve sonunda karga oksijen eksikliği nedeniyle düşer. Kartaldan öğrenin ve kargalarla savaşmayın, sadece yükselmeye devam edin. Yolculuk için gelebilirler ama yakında düşecekler. Dikkat dağıtıcı şeylere yenik düşmenize izin vermeyin....yukarıdaki şeylere odaklanmaya devam edin ve yükselmeye devam edin!! Kartal ve Karga dersi