Adeta
yalvarıyorlar Öcalan’a... Fehmi Koru işi o kadar ileri götürdü ki,
teröristbaşından Hz. Musa olmasını, âsâ gibi kullanacağı bir işaretiyle
Nil’i yarmasını istiyor... Devlet adına Erdoğan’ın yapılamayanı
yaptığını, şimdi Öcalan’ın karşı adımı atmasını beklediğini
haykırıyor... Ama örgütün buna izin vereceğinden endişeli, o yüzden
sevincini ‘şimdilik’ kendine saklıyor...
Fırsatı yakalamışken, Hasan Cemal de Kandil’in duygularına tercüman kesilmiş... Onlar olmadan ‘barış’ olmaz anlamında yazıyor ve devletin ‘sıkışmış’olduğundan hareketle tekliflerini sıralıyor: Silahların tek taraflı değil ‘karşılıklı’ susması, af, Kürtçe eğitim ve bugün KCK’ları cezaevlerine yollayan suçların suç olmaktan çıkarılması...
Eh, devlet bu derece ‘teslim olmaya yaklaşmışken’diğerleri de ağzındaki baklaları çıkarmasalar olmaz... “Neye karşılık?” sorusuna cevap aramadan, ‘barışa yaklaşmış’olmanın heyecanını paylaşıyorlar birbirleriyle... Bir yandan da endişeleri var... Daha önce de benzer süreçler yaşanmış ama ‘tam da bu zamanda’ süreci sabote eden eylemler gerçekleşmiş!.. Mesela Silvan saldırısı bu çerçevedenmiş!..
Medya yıllardır PKK içinden ‘iyi PKK’çıkarmaya çalışıyor ve nerede savunulamayacak bir eylem olsa onu ‘kötü PKK’ya fatura ediyor... Tam da ‘barış’ı yakalayacakken ‘kötü’nün mesaisi başlıyor!.. Buna ‘derin PKK’ bile diyebilirmişiz!.. Mesela Kandil’e gidip Karayılan’la röportaj yapanların, onun gözünde ‘barış pırıltısı’ yakalayanların, Yeşiltaş Karakolu baskınıyla ilgili işin içinde olduğunu belgeleyen telsiz görüşmelerini ısrarla ıska geçmelerini galiba görmemeliymişiz!..
Şüphesiz devletin terörle mücadelesi, dağlardan ibaret değil... Bir de ‘psikolojik ayak’ var ve handikap burada başlıyor... Şu gerçeğin altını kalınca çizmemiz gerekiyor: Kurşun vurur, psikolojik savaş ise teslim alır!..
Bugün güvenlik güçlerinin dağlarda kazandıkları zaferlerle, psikolojik savaştaki durum arasında ters orantı var... Son bir buçuk yılda PKK, tarihinin en büyük kayıplarını verdi... Sarp dağlardan oluşmayan arazilerde kıpırdayamaz hâle geldi... Hakkari başta olmak üzere arazinin mevzilenmeye müsait olduğu bölgelerde de son on yılın en büyük zayiatını yaşadı... Elbette yok olmuş değil... Ama o BDP’lilerin dile getirdiği ve kimi ‘zekâdan mahrum vatanseverler’in de atladığı ‘400 kilometrelik alan hâkimiyeti’ şeklindeki psikolojik savaş palavrası, yerle bir edildi...
Başkent’in zulalarında ise başka şeyler dönüyor... Dağlardaki başarının tersine, sanki teröre yenik düşmüşüz de, şimdi çıkış kapısı arıyormuşuz, hatta Öcalan’dan, ‘açlık grevleri’nin bitirilmesindekine benzer ‘himmet’ bekliyormuşuz gibi bir hava hâkim...
Ülkeyi yönetenlerin terörle mücadelede, güvenlik güçlerinin gösterdiği başarıya paralel bir siyaset yürütemedikleri kesin... Tam da bu noktada içimizi kemiren şüphe başlıyor... Şemdinli örneğinde olduğu gibi, PKK’nın sivil halkı yanına alma teşebbüsleri boşa çıkmışken, KCK tamamen dökülmüşken, örgüt önümüzdeki bahara çıkmayı bile ‘kâr’ sayarken, bu zamanlama ve bu görüşmeler neyin nesi?
İşin bir başka garip tarafı da ısrarla yayılan şu hava: Sanki sıkışan PKK değil, devlet!.. Zaten milletin büyük çoğunluğu da artık terörizme karşı silahlı mücadeleyle sonuç alınamayacağına inanıyor!..
Ismarlama anketlerle önce kamuoyu hazırlanıyor... Silahların tek taraflı değil, karşılıklı susturulması gerektiği fikrine insanlar ısındırılmak isteniyor... ‘Analar ağlamasın’ şeklinde kimsenin itiraz edemeyeceği sözler sarf ediliyor ve bu arada anaların asker oğluyla ‘gerilla’ oğlu, aynı kefeye konuluyor...
Psikolojik savaş taktisyenlerine göre, ‘barış’ı sabote edebilecek Türkler ve Kürtler var!.. Belli ki bu sözlerle, ‘karanlığa zar atılırken’ karşı çıkanlar itham edilecek... ‘Meçhule gidiş’e direnen bütün güçlerin aslında ‘terörün devamından yana’ oldukları, hatta ‘kandan beslendikleri’ propaganda edilmeye başlandı bile... Direnci anlamsızlaştırmaya ve değersizleştirmeye yönelik bu sinsice yöntemleri, sıkça görmeye devam edeceğiz...
İyice köşeye sıkışmış teröristi teslim almak yerine, ‘teslim olmak’ şeklinde yorumlanabilecek adımları atanlar, zordaki örgüte nefes ve zaman aldırdıklarının farkındalar mı acaba? Bu oyuna ne zamana kadar kanacağız? Havaların ısınmasıyla birlikte ilk baskını yiyene kadar mı? O vakit yine kimin sesi çok çıkacak? Bugün “Yanlış yoldasınız” diyenlerin mi, “Yok yok, bunu yapsa yapsa barış sürecini baltalamak isteyen derin PKK yapmıştır” diyecek psikolojik savaşçıların mı?
Gerçi çözüm zor değil... Yine ‘gözlerdeki barış pırıltısı’nı yakalamak için Kandil’e gazeteci gönderir, suçu da Bahozlara atarız!.. Siyasetçilerin ağzından “Kanları yerde kalmayacak” nakaratını duyar, eğer yenisi icat edilmemişse “Bıçak kemiğe dayandı” klasiğiyle idare ederiz!..
Hz. Musa tutmazsa, bir de Hz. İsa’yı deneriz!...
Fırsatı yakalamışken, Hasan Cemal de Kandil’in duygularına tercüman kesilmiş... Onlar olmadan ‘barış’ olmaz anlamında yazıyor ve devletin ‘sıkışmış’olduğundan hareketle tekliflerini sıralıyor: Silahların tek taraflı değil ‘karşılıklı’ susması, af, Kürtçe eğitim ve bugün KCK’ları cezaevlerine yollayan suçların suç olmaktan çıkarılması...
Eh, devlet bu derece ‘teslim olmaya yaklaşmışken’diğerleri de ağzındaki baklaları çıkarmasalar olmaz... “Neye karşılık?” sorusuna cevap aramadan, ‘barışa yaklaşmış’olmanın heyecanını paylaşıyorlar birbirleriyle... Bir yandan da endişeleri var... Daha önce de benzer süreçler yaşanmış ama ‘tam da bu zamanda’ süreci sabote eden eylemler gerçekleşmiş!.. Mesela Silvan saldırısı bu çerçevedenmiş!..
Medya yıllardır PKK içinden ‘iyi PKK’çıkarmaya çalışıyor ve nerede savunulamayacak bir eylem olsa onu ‘kötü PKK’ya fatura ediyor... Tam da ‘barış’ı yakalayacakken ‘kötü’nün mesaisi başlıyor!.. Buna ‘derin PKK’ bile diyebilirmişiz!.. Mesela Kandil’e gidip Karayılan’la röportaj yapanların, onun gözünde ‘barış pırıltısı’ yakalayanların, Yeşiltaş Karakolu baskınıyla ilgili işin içinde olduğunu belgeleyen telsiz görüşmelerini ısrarla ıska geçmelerini galiba görmemeliymişiz!..
Şüphesiz devletin terörle mücadelesi, dağlardan ibaret değil... Bir de ‘psikolojik ayak’ var ve handikap burada başlıyor... Şu gerçeğin altını kalınca çizmemiz gerekiyor: Kurşun vurur, psikolojik savaş ise teslim alır!..
Bugün güvenlik güçlerinin dağlarda kazandıkları zaferlerle, psikolojik savaştaki durum arasında ters orantı var... Son bir buçuk yılda PKK, tarihinin en büyük kayıplarını verdi... Sarp dağlardan oluşmayan arazilerde kıpırdayamaz hâle geldi... Hakkari başta olmak üzere arazinin mevzilenmeye müsait olduğu bölgelerde de son on yılın en büyük zayiatını yaşadı... Elbette yok olmuş değil... Ama o BDP’lilerin dile getirdiği ve kimi ‘zekâdan mahrum vatanseverler’in de atladığı ‘400 kilometrelik alan hâkimiyeti’ şeklindeki psikolojik savaş palavrası, yerle bir edildi...
Başkent’in zulalarında ise başka şeyler dönüyor... Dağlardaki başarının tersine, sanki teröre yenik düşmüşüz de, şimdi çıkış kapısı arıyormuşuz, hatta Öcalan’dan, ‘açlık grevleri’nin bitirilmesindekine benzer ‘himmet’ bekliyormuşuz gibi bir hava hâkim...
Ülkeyi yönetenlerin terörle mücadelede, güvenlik güçlerinin gösterdiği başarıya paralel bir siyaset yürütemedikleri kesin... Tam da bu noktada içimizi kemiren şüphe başlıyor... Şemdinli örneğinde olduğu gibi, PKK’nın sivil halkı yanına alma teşebbüsleri boşa çıkmışken, KCK tamamen dökülmüşken, örgüt önümüzdeki bahara çıkmayı bile ‘kâr’ sayarken, bu zamanlama ve bu görüşmeler neyin nesi?
İşin bir başka garip tarafı da ısrarla yayılan şu hava: Sanki sıkışan PKK değil, devlet!.. Zaten milletin büyük çoğunluğu da artık terörizme karşı silahlı mücadeleyle sonuç alınamayacağına inanıyor!..
Ismarlama anketlerle önce kamuoyu hazırlanıyor... Silahların tek taraflı değil, karşılıklı susturulması gerektiği fikrine insanlar ısındırılmak isteniyor... ‘Analar ağlamasın’ şeklinde kimsenin itiraz edemeyeceği sözler sarf ediliyor ve bu arada anaların asker oğluyla ‘gerilla’ oğlu, aynı kefeye konuluyor...
Psikolojik savaş taktisyenlerine göre, ‘barış’ı sabote edebilecek Türkler ve Kürtler var!.. Belli ki bu sözlerle, ‘karanlığa zar atılırken’ karşı çıkanlar itham edilecek... ‘Meçhule gidiş’e direnen bütün güçlerin aslında ‘terörün devamından yana’ oldukları, hatta ‘kandan beslendikleri’ propaganda edilmeye başlandı bile... Direnci anlamsızlaştırmaya ve değersizleştirmeye yönelik bu sinsice yöntemleri, sıkça görmeye devam edeceğiz...
İyice köşeye sıkışmış teröristi teslim almak yerine, ‘teslim olmak’ şeklinde yorumlanabilecek adımları atanlar, zordaki örgüte nefes ve zaman aldırdıklarının farkındalar mı acaba? Bu oyuna ne zamana kadar kanacağız? Havaların ısınmasıyla birlikte ilk baskını yiyene kadar mı? O vakit yine kimin sesi çok çıkacak? Bugün “Yanlış yoldasınız” diyenlerin mi, “Yok yok, bunu yapsa yapsa barış sürecini baltalamak isteyen derin PKK yapmıştır” diyecek psikolojik savaşçıların mı?
Gerçi çözüm zor değil... Yine ‘gözlerdeki barış pırıltısı’nı yakalamak için Kandil’e gazeteci gönderir, suçu da Bahozlara atarız!.. Siyasetçilerin ağzından “Kanları yerde kalmayacak” nakaratını duyar, eğer yenisi icat edilmemişse “Bıçak kemiğe dayandı” klasiğiyle idare ederiz!..
Hz. Musa tutmazsa, bir de Hz. İsa’yı deneriz!...
No comments:
Post a Comment