Thursday, December 31, 2009
Saturday, December 05, 2009
Size bi reçete yazayım...
10 kuruşa satılan ilacı 3 kuruşa alacağız ama, bunun karşılığında, 10 eczanenin 3’ü kapanacak, hangisini tercih edersinizEczaneler kapanır.
Çünkü, bırakın yıllardır mahallenizde “en faydalı komşu” bildiğiniz eczacının iflas etmesini, 3 kuruşluk şahsi menfaat için babasını bile satan bir toplum haline getirildik.
Hiç çevirme suratını...
Sana soruyorum:
Dünyanın en pahalı benzinini, dünyanın en pahalı elektriğini, dünyanın en pahalı doğalgazını kullanan, dünyanın en yüksek vergisini ödeyen ülke... Nasıl olur da, Avrupa’nın en ucuz ilacını kullanır?
Hiç merak etmiyor musun kardeşim, nereden gelir bu değirmenin suyu?
Avrupa’da 5 ülke seçiyorlar, o 5 ülkenin ilaç fiyatlarından yola çıkarak, bizim ilaçların fiyatını belirliyorlar. Ancak, ne sihirdir ne keramet, işte burada maharet...
Mesela, kalp ilacı... Bakıyor, en ucuz Portekiz’de, Portekiz’in fiyatını seçiyor. Romatizma ilacı, bakıyor, en ucuz Yunanistan’da, Yunanistan’ın fiyatını seçiyor. O romatizma ilacı, İspanya’da daha pahalıymış, ilgilenmiyor, işine neresi gelirse, orayı seçiyor
Mesela, Aspirin... Bakıyor, en ucuz Fransa’da, şak, Fransa’nın fiyatını seçiyor. Halbuki, Fransa eczacısını kolluyor, sübvanse ediyor, ciro düştüğünde Fransız eczacısı çökmüyor. Vatandaşının sağlığını düşünen Fransa, eczacısının da “vatandaş” olduğunu unutmuyor.
Üstelik...
Zurnanın asıl zırt dediği yer.
Dün yaşanan bir vaka...
Tansiyon hastasına ilaç yazmış doktor. Hasta, en yüksek risk grubunda, ilacın dozu en yüksek doz, raporunda yazıyor. Hasta eczaneye geliyor, sistemi açıyor eczacı, bakıyor, o ilacı alırsa hasta, 61 lira fark ödemek zorunda... Ödeyemiyor. Tekrar sistemi açıyor eczacı, en ucuz eşdeğerini tıklıyor. En ucuzu alırsa hasta, hiç fark ödemeyecek ama, o en ucuz ilaç, en düşük doz... Yani, hiç fark ödemeyecek ama, büyük ihtimalle yakında ölecek.
Ekmek var, 400 gram... Ekmek var, 100 gram... İkisi de ekmek mi?
Ekmek. Doy da göreyim!
Demem o ki...
Sen, ilaç fiyatları ucuzladığı için eczacının isyan ettiğini sanıyorsun ama, o eczacı, aslında senin için kavga veriyor, senin için çırpınıyor. Mecbur kalırsa, gözlük satacak, vitamin satacak, bi şekilde hayatını devam ettirecek elbet...
Sana şimdiden Allah rahmet eylesin.
(Hürriyet, 05 Aralik 2009 - Yılmaz ÖZDİL)
Çünkü, bırakın yıllardır mahallenizde “en faydalı komşu” bildiğiniz eczacının iflas etmesini, 3 kuruşluk şahsi menfaat için babasını bile satan bir toplum haline getirildik.
Hiç çevirme suratını...
Sana soruyorum:
Dünyanın en pahalı benzinini, dünyanın en pahalı elektriğini, dünyanın en pahalı doğalgazını kullanan, dünyanın en yüksek vergisini ödeyen ülke... Nasıl olur da, Avrupa’nın en ucuz ilacını kullanır?
Hiç merak etmiyor musun kardeşim, nereden gelir bu değirmenin suyu?
Avrupa’da 5 ülke seçiyorlar, o 5 ülkenin ilaç fiyatlarından yola çıkarak, bizim ilaçların fiyatını belirliyorlar. Ancak, ne sihirdir ne keramet, işte burada maharet...
Mesela, kalp ilacı... Bakıyor, en ucuz Portekiz’de, Portekiz’in fiyatını seçiyor. Romatizma ilacı, bakıyor, en ucuz Yunanistan’da, Yunanistan’ın fiyatını seçiyor. O romatizma ilacı, İspanya’da daha pahalıymış, ilgilenmiyor, işine neresi gelirse, orayı seçiyor
Mesela, Aspirin... Bakıyor, en ucuz Fransa’da, şak, Fransa’nın fiyatını seçiyor. Halbuki, Fransa eczacısını kolluyor, sübvanse ediyor, ciro düştüğünde Fransız eczacısı çökmüyor. Vatandaşının sağlığını düşünen Fransa, eczacısının da “vatandaş” olduğunu unutmuyor.
Üstelik...
Zurnanın asıl zırt dediği yer.
Dün yaşanan bir vaka...
Tansiyon hastasına ilaç yazmış doktor. Hasta, en yüksek risk grubunda, ilacın dozu en yüksek doz, raporunda yazıyor. Hasta eczaneye geliyor, sistemi açıyor eczacı, bakıyor, o ilacı alırsa hasta, 61 lira fark ödemek zorunda... Ödeyemiyor. Tekrar sistemi açıyor eczacı, en ucuz eşdeğerini tıklıyor. En ucuzu alırsa hasta, hiç fark ödemeyecek ama, o en ucuz ilaç, en düşük doz... Yani, hiç fark ödemeyecek ama, büyük ihtimalle yakında ölecek.
Ekmek var, 400 gram... Ekmek var, 100 gram... İkisi de ekmek mi?
Ekmek. Doy da göreyim!
Demem o ki...
Sen, ilaç fiyatları ucuzladığı için eczacının isyan ettiğini sanıyorsun ama, o eczacı, aslında senin için kavga veriyor, senin için çırpınıyor. Mecbur kalırsa, gözlük satacak, vitamin satacak, bi şekilde hayatını devam ettirecek elbet...
Sana şimdiden Allah rahmet eylesin.
(Hürriyet, 05 Aralik 2009 - Yılmaz ÖZDİL)
Tuesday, December 01, 2009
Bilimin peşinden gitmeyi seç(ebil)mek
Yazar: Özlem Dinç
Alper Nakkaş’ın özgeçmişine bakarken, ilk aşamada biraz başı dönüyor insanın. Futbolcu olacakken askeri öğrenci, askeri pilot olmaya adayken mühendislik öğrencisi olduğunu, sonra hepsini bırakıp ekonomi okuduğunu görünce anlaşılıyor ki kendisi de bir dönem ne istediğini kestirememiş. Sonrasında ekonomik koşulların da zorlamasıyla bankacı olacakken, Alper cesaretini topladı ve akademisyen olmaya karar verdi. Kararsızlıklar, zorunluluklar, mücadeleler ve çetrefilli yol ayrımlarıyla geçen bu sürecin sonunda, Alper kalbinin sesini dinledi ve geçmişte daha çok bir hobi olarak gördüğü matematiği seçti. Şaşırtıcı değil mi? Şimdilerde teoremlerle, ispatlarla boğuşuyor ve vardığı bu noktadan çok memnun, çünkü sevdiği şeyi yapıyor. Ve bana diyor ki “Sanatın peşinden gitmeye karar verebilmek ne kadar güzel ve zor ise, bilimin peşinden gidebilmek de o kadar güzel ve zor”… Kariyerini bir kenara koyup bilimin peşinden gitmeye karar veren Alper’in ilginç hikayesini paylaşıyorum sizlerle.
###
Alper Nakkaş kimdir, eğitimi ve profesyonel geçmişi nedir?
1979 Ankara doğumluyum. İlköğretim’i Ankara’da okudum. Sonra liseye hayatımın akışını çok etkileyecek olan bir okula gittim: İzmir Maltepe Askeri Lisesi. Maltepe’yi bitirdiğimde iki seçenek vardı önümde. Hem Hava Harp Okulu sağlık ve uçuş testlerini başarıyla geçmiştim, hem de askeri öğrenci olarak Gazi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümüne gitmeye hak kazanmıştım. Pek kendi isteğimle olmasa da (askeriyede kişilerin tercihlerinin pek önemi olmayabiliyor bazen) mühendislik eğitimi almak için Ankara’ya gittim. Eğitimimin ikinci senesinde okuldan ve askeriyeden ayrıldım. Tekrar üniversite sınavına girip İstanbul’da Marmara Üniversitesi İngilizce İktisat’ı okudum. Sonra Bilgi Üniversitesi’nde Ekonomi masteri yapıp doktoram için Amerika’da Vanderbilt University’e başladım. Şu an doktoramın son senesindeyim ve akademik araştırma yapmak üzere çalışma hayatıma başlamak üzereyim. Uzmanlık alanlarım ‘Game Theory’ (Oyun Teorisi) ve ‘Network Theory’ (tam olarak emin değilim Türkçe isminden ama sanırım Ağ Kuramı).
Çok çeşitli ve birbirlerinden çok uzak, ilgili olmayan dönüm noktaların olmuş, bunun sebebi neydi? Ne istediğini tam olarak bilmediğin için miydi? Zorunluluklar ve hayallerin çatışmasından bahsediyorsun, biraz açabilir misin?
Evet, biraz dolu dolu geçti sanırım benim çocukluk ve ergenlik yıllarım. Ne istediğimi çok iyi bildiğimi söyleyemem küçüklüğümden beri. Ama belki hayatım istemediğim şeyleri eleyerek geçti diyebilirim.
Küçüklüğümde aslında en çok yaptığım şey top oynamaktı. Ankara’da Gençlerbirligi’nin minik/yıldız takımında oynuyordum. Ortaokulu bitiren çoğu kişi gibi ben de ailemin isteğiyle her önüme gelen sınava girmiştim: Anadolu lisesi, fen lisesi, özel okullar, askeri liseler. Çoğu sınavda başarısızdım aslında. Sadece Maltepe Askeri Lisesi’ne girmeye hak kazandım. Finansal olarak çok da iyi bir durumda olmayan ailem için bulunmaz bir fırsattı bu. Doğal olarak beni belirsizliklerle dolu futbolcu geleceğinden çok, iş garantili olan askeriye hayatına göndermeyi daha uygun gördüler.
Askeri öğrencilik hayatı ergenlik için biçilmiş kaftan sayılmaz pek. Ruhunun en asabi olduğu ve hayata en çok kabadayılık yaptığın bir dönemde kayıtsız şartsız her söyleneni yerine getirmek bazen zor oluyor. Ama ben genelde iyimser bir insanım. Bu yüzden sanırım, lise yıllarımda hayatta ne yapabileceğimden çok elimde bulunan ortamda ne yapacağımı düşündüm hep. Lise biterken hem Hava Harp Okulu’na girmeye hak kazanmıştım hem de üniversite sınavını kazanarak askeriye adına sivil bir üniversite okumaya hak kazanmıştım. Askeri personel olmanın zorluklarından en önemlisi bence seçim hakkından yoksun olmak. Ben de yoksundum ve ben emir gereği Hava Harp Okulu yerine üniversiteye gitmek zorunda kaldım. Askeri öğrenciliğimde hep aklımı meşgul eden sorular bu dayatma seçimle beraber iyice su üstüne çıktı. “Ben ne yapıyorum?” dedim. Kararımı vermek biraz zaman aldı ama sonunda mali yükünü göz önüne alarak askeriyeden kendi isteğimle ayrıldım. Neden diye sorduklarında, cevabım hep aynıydı: “mutsuzdum”. Bu bana yeterli ama çoğu zaman etrafımdakilere pek de yeterli değildi.
Ne yapmak istediğimi bilmiyordum hala ama asker olmak istemediğimi biliyordum. Tekrar üniversite sınavına girip Marmara Üniversitesi İngilizce İktisat’a başladım. Üniversite üçüncü sınıfta herkesi bir işe girme telaşı aldığında, ben de ne yapmak istediğimi düşünmeye başladım. İş hayatını hiç bir zaman çok sevememiştim. Ama akademik hayat çok çekici geliyordu bana hep ve o ortamda kalmak istedim. Marmara’yı ortalama bir öğrenci olarak bitirdikten sonra İstanbul Bilgi Üniversitesi ekonomi masterına başladım. Masterın ilk senesinde şanssız bir şekilde önce annem kalp krizi geçirip by-pass ameliyatı oldu, daha sonra babam ani bir kalp krizi ile vefat etti. O zaman ailenin finansal durumunu düzeltebilmek için HSBC-Türkiye’nin araştırma bölümünde işe başladım. Bankacılığın bana göre olduğunu düşünmesem de yaptığım işten çok memnundum. O zamanki HSBC baş ekonomisti (Ahmet Akarlı) için araştırma asistanlığı yapıyordum. Çok eğlenceli bir iş ortamı idi. Ama ben o işin araştırma yanından daha çok hoşlanıyordum. O yüzden doktora yapmak için yurt dışındaki bir kaç okula başvurdum.
Yaklaşık altı ay sonra ABD’nin Vanderbilt Üniversitesi’nden ekonomi doktorası için kabul aldığımda bir yol ayrımındaydım yine. İyi bir yerde, iyi bir işte çalışırken herşeyi bırakıp gitmek mi yoksa iyi bir eğitim almak mı? Ben gitmeye çok kolay karar verdim. Sadece hayalim olduğu için değil ama aynı zamanda o hayali gerçekleştirebileceğimi bildiğim için.
Matematikçi olmak senin çocukluk hayalin miydi?
Matematikçi olmak çocukluk hayalimdi demek zor. Ama hep çok ilgiliydim. Küçüklüğümden bu yana matematik konusunda hep çok başarılı olmuştum ve hep çok sevmiştim. Simdi çocukluğumu düşündüğümde ilkokulda sayılarla ilgili bulmacalarla ve geometri sorularıyla uğraştığımı hatırlıyorum. İlkokul öğretmenimi matematik sorularımla çok terlettiğimi de. Lisede zevk olsun diye matematik olimpiyat sorularını çözdüğümü de. Genelde bir hobi gibi, eğlence olsun diye uğraşıyordum matematikle ve üniversite yıllarıma kadar hiç ideal mesleğim olarak düşünmemiştim. Zaten hala bir matematikçi miyim bilmiyorum. Ama araştırma yaptığım alanlar çok matematiksel olduğu için kendimi matematikçi olarak görüyorum. Ve hala matematiksel bulmacalar çözmekten çok hoşlanıyorum.
Çevren matematikçi olmana karşı mı çıkıyordu? Ailenin ve çevrenin senden belli bir doğrultuda beklentileri mi vardı?
Pek sayılmaz. Aslında matematik ağırlıklı bir meslek sahibi olup olmayacağım konusunda konuştuğumuz bile söylenemez. Sadece benim sayısal ağırlıklı derslerde başarılı olduğumu biliyorlardı. Ama bunu meslek olarak yapacağımı hiç düşünmüyorlardı sanırım. Benim iyi bir asker, iyi bir doktor veya iyi bir mühendis olabileceğimi düşünüyorlardı hep ve o yönlerde teşvik etmeye çalışıyorlardı.
Matematikçi oluşun nasıl oldu, nasıl bir süreçten geçtin? O zamanlar yaptığın şeye paralel olarak bir altyapı oluşturup kademeli bir geçiş mi yaptın yoksa pat diye her şeyi bırakıp mı bu işe giriştin?
Üniversite üçüncü sınıfta idim karar verdiğimde. Herkeste bir iş bulma telaşı vardı mezuniyet sonrası için. Belirsizlik her yerdeydi. O zamanlar ben de ciddi ciddi ne yapmak istediğimi düşündüm. Ve sessiz sedasız karar verdim. Tabii sadece benim karar vermem yetmiyor böyle bir iş sahibi olabilmek için. Önemli olan ilk adımı atabilmekti ve o ilk adımı atmak zordu. O yüzden kendime bir plan yaptım. Önce master yapıp bu işte başarılı olacağımı ispat etmeliydim. Üniversitenin son senesinde mastera girmemi sağlayabilecek her dersi alıp o derslerde başarılı olmak için bayağı bir uğraştım. Kısacası, gerisini pek düşünmeden ilk adımı atmak için elimden geleni yaptım. Master’a girdikten sonrası bu işi yapmakta azimli olduğum için gerisi çorap söküğü gibi geldi.
Çevrene bunu kabul ettirme mücadelesi vermek zorunda kaldın mı?
Bu mesleğin zorluğu uzun bir eğitim dönemi olması. En büyük derdim ailemin maddi sıkıntısı idi. Bir işe başlayabilme imkanım varken okumaya devam etmek ailemin ve çevremin tercih ettiği bir seçenek değildi. Onlar bir işe girip çalışmam yönünde bastırıyorlardı. Başarılı oldukça bu baskıların çoğu kayboldu. Ama hala da herkesi ikna etmiş değilim.
Liseyi bitirir bitirmez matematiği seçmiş olmayı ister miydin yoksa içinden geçtiğin bütün bu süreçler mi senin kararını olgunluğa ulaştırdı?
Şimdiki olduğum noktaya gelmek için en uygun yolu kullanmadım diyebilirim. Eğer imkanım olsaydı geçmişte yaptığım bazı tercihlerimi değiştirirdim.
Eğitimin büyük firmalarda iyi bir maaş almanı sağlayabilirdi, şu anki gelirin nasıl? Bir matematikçi iyi para kazanabiliyor mu? Türkiye’ye dönmeyi düşünüyor musun mesela - bu iş burada da yapılabilir mi?
Alper NakkaşŞu an hala öğrenci gelirine sahibim. Ama okul bittiğinde Türkiye şartlarına göre çok iyi para kazanabileceğimi biliyorum. Matematikçiler akademik hayat dışında da çok iyi iş sahibi olabiliyorlar aslında. Analiz ve strateji gerektiren her işe çok güçlü aday olabiliyorlar mesela. Ama benim tercihim akademik işler yönünde. Türkiye’de akademik anlamda bu işi yapabilmek yurt dışına kıyasla çok daha zor bence. Bunun en önemli sebebi Türkiye’de araştırmaya ayrılan kaynakların azlığı. Diğer bir sebep ise Türkiye’deki bu tür pozisyonların iş tanımının daha çok öğretmenlik/danışmanlık çizgisinde bulunması. Akademik araştırma maalesef ikinci planda kalan bir iş tanımı. Şu an ciddi biçimde akademik araştırmalar yapmak istediğim için bir süre yurt dışında kalmayı planlıyorum ama eninde sonunda döneceğimi de biliyorum.
Bütün bunlar olurken, fedakarlıklar yapmak zorunda kaldığını hissediyor musun? Hayalime ulaştım, ama şunlardan vazgeçmek zorunda kaldım gibi…
Her yaptığımız seçim bir şeylerden vazgeçmek aynı zamanda. Benim yaptığım seçimler de bazı şeylerden vazgeçmemi gerektirdi. Doğası gereği araştırma yapmak, insanı zihinsel olarak yalnız kalmaya iten bir meslek bence. En önemli sorunu sosyal ortamlarda hissediyorum. Mesela arkadaşlarıma araştırmalarımın ayrıntılarından bahsedemiyorum çoğu zaman. “Şu ispatı yaparken şöyle bir sorunla karsılaştım” demek zor tabi:) Ya da hafta sonu tatilinde işimi düşünmüyorum diyemiyorum. Eğer bir ispat yapmam gerekiyorsa gecem gündüzüm o soruyu düşünmekle geçiyor. Yurtdışında bulunduğum için ailemle ve Türkiye’deki arkadaşlarımla görüşememek de bu işin bana olan maliyetlerinden sayılabilir.
Şu anda mutlu musun? Sevdiğin işi yapmak sana kendini nasıl hissettiriyor?
Mesleğimden çok memnunum şu anda. Akademik hayat çok dinamik ve eğlenceli. Etrafımda çok zeki, başarılı ve ilginç kişilikler var. Sevdiğin işi yapmak çok güzel bir duygu.
Konu: röportaj • Salı, Aralık 1st, 2009 © 2009 ottimo magazine
Alper Nakkaş’ın özgeçmişine bakarken, ilk aşamada biraz başı dönüyor insanın. Futbolcu olacakken askeri öğrenci, askeri pilot olmaya adayken mühendislik öğrencisi olduğunu, sonra hepsini bırakıp ekonomi okuduğunu görünce anlaşılıyor ki kendisi de bir dönem ne istediğini kestirememiş. Sonrasında ekonomik koşulların da zorlamasıyla bankacı olacakken, Alper cesaretini topladı ve akademisyen olmaya karar verdi. Kararsızlıklar, zorunluluklar, mücadeleler ve çetrefilli yol ayrımlarıyla geçen bu sürecin sonunda, Alper kalbinin sesini dinledi ve geçmişte daha çok bir hobi olarak gördüğü matematiği seçti. Şaşırtıcı değil mi? Şimdilerde teoremlerle, ispatlarla boğuşuyor ve vardığı bu noktadan çok memnun, çünkü sevdiği şeyi yapıyor. Ve bana diyor ki “Sanatın peşinden gitmeye karar verebilmek ne kadar güzel ve zor ise, bilimin peşinden gidebilmek de o kadar güzel ve zor”… Kariyerini bir kenara koyup bilimin peşinden gitmeye karar veren Alper’in ilginç hikayesini paylaşıyorum sizlerle.
###
Alper Nakkaş kimdir, eğitimi ve profesyonel geçmişi nedir?
1979 Ankara doğumluyum. İlköğretim’i Ankara’da okudum. Sonra liseye hayatımın akışını çok etkileyecek olan bir okula gittim: İzmir Maltepe Askeri Lisesi. Maltepe’yi bitirdiğimde iki seçenek vardı önümde. Hem Hava Harp Okulu sağlık ve uçuş testlerini başarıyla geçmiştim, hem de askeri öğrenci olarak Gazi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümüne gitmeye hak kazanmıştım. Pek kendi isteğimle olmasa da (askeriyede kişilerin tercihlerinin pek önemi olmayabiliyor bazen) mühendislik eğitimi almak için Ankara’ya gittim. Eğitimimin ikinci senesinde okuldan ve askeriyeden ayrıldım. Tekrar üniversite sınavına girip İstanbul’da Marmara Üniversitesi İngilizce İktisat’ı okudum. Sonra Bilgi Üniversitesi’nde Ekonomi masteri yapıp doktoram için Amerika’da Vanderbilt University’e başladım. Şu an doktoramın son senesindeyim ve akademik araştırma yapmak üzere çalışma hayatıma başlamak üzereyim. Uzmanlık alanlarım ‘Game Theory’ (Oyun Teorisi) ve ‘Network Theory’ (tam olarak emin değilim Türkçe isminden ama sanırım Ağ Kuramı).
Çok çeşitli ve birbirlerinden çok uzak, ilgili olmayan dönüm noktaların olmuş, bunun sebebi neydi? Ne istediğini tam olarak bilmediğin için miydi? Zorunluluklar ve hayallerin çatışmasından bahsediyorsun, biraz açabilir misin?
Evet, biraz dolu dolu geçti sanırım benim çocukluk ve ergenlik yıllarım. Ne istediğimi çok iyi bildiğimi söyleyemem küçüklüğümden beri. Ama belki hayatım istemediğim şeyleri eleyerek geçti diyebilirim.
Küçüklüğümde aslında en çok yaptığım şey top oynamaktı. Ankara’da Gençlerbirligi’nin minik/yıldız takımında oynuyordum. Ortaokulu bitiren çoğu kişi gibi ben de ailemin isteğiyle her önüme gelen sınava girmiştim: Anadolu lisesi, fen lisesi, özel okullar, askeri liseler. Çoğu sınavda başarısızdım aslında. Sadece Maltepe Askeri Lisesi’ne girmeye hak kazandım. Finansal olarak çok da iyi bir durumda olmayan ailem için bulunmaz bir fırsattı bu. Doğal olarak beni belirsizliklerle dolu futbolcu geleceğinden çok, iş garantili olan askeriye hayatına göndermeyi daha uygun gördüler.
Askeri öğrencilik hayatı ergenlik için biçilmiş kaftan sayılmaz pek. Ruhunun en asabi olduğu ve hayata en çok kabadayılık yaptığın bir dönemde kayıtsız şartsız her söyleneni yerine getirmek bazen zor oluyor. Ama ben genelde iyimser bir insanım. Bu yüzden sanırım, lise yıllarımda hayatta ne yapabileceğimden çok elimde bulunan ortamda ne yapacağımı düşündüm hep. Lise biterken hem Hava Harp Okulu’na girmeye hak kazanmıştım hem de üniversite sınavını kazanarak askeriye adına sivil bir üniversite okumaya hak kazanmıştım. Askeri personel olmanın zorluklarından en önemlisi bence seçim hakkından yoksun olmak. Ben de yoksundum ve ben emir gereği Hava Harp Okulu yerine üniversiteye gitmek zorunda kaldım. Askeri öğrenciliğimde hep aklımı meşgul eden sorular bu dayatma seçimle beraber iyice su üstüne çıktı. “Ben ne yapıyorum?” dedim. Kararımı vermek biraz zaman aldı ama sonunda mali yükünü göz önüne alarak askeriyeden kendi isteğimle ayrıldım. Neden diye sorduklarında, cevabım hep aynıydı: “mutsuzdum”. Bu bana yeterli ama çoğu zaman etrafımdakilere pek de yeterli değildi.
Ne yapmak istediğimi bilmiyordum hala ama asker olmak istemediğimi biliyordum. Tekrar üniversite sınavına girip Marmara Üniversitesi İngilizce İktisat’a başladım. Üniversite üçüncü sınıfta herkesi bir işe girme telaşı aldığında, ben de ne yapmak istediğimi düşünmeye başladım. İş hayatını hiç bir zaman çok sevememiştim. Ama akademik hayat çok çekici geliyordu bana hep ve o ortamda kalmak istedim. Marmara’yı ortalama bir öğrenci olarak bitirdikten sonra İstanbul Bilgi Üniversitesi ekonomi masterına başladım. Masterın ilk senesinde şanssız bir şekilde önce annem kalp krizi geçirip by-pass ameliyatı oldu, daha sonra babam ani bir kalp krizi ile vefat etti. O zaman ailenin finansal durumunu düzeltebilmek için HSBC-Türkiye’nin araştırma bölümünde işe başladım. Bankacılığın bana göre olduğunu düşünmesem de yaptığım işten çok memnundum. O zamanki HSBC baş ekonomisti (Ahmet Akarlı) için araştırma asistanlığı yapıyordum. Çok eğlenceli bir iş ortamı idi. Ama ben o işin araştırma yanından daha çok hoşlanıyordum. O yüzden doktora yapmak için yurt dışındaki bir kaç okula başvurdum.
Yaklaşık altı ay sonra ABD’nin Vanderbilt Üniversitesi’nden ekonomi doktorası için kabul aldığımda bir yol ayrımındaydım yine. İyi bir yerde, iyi bir işte çalışırken herşeyi bırakıp gitmek mi yoksa iyi bir eğitim almak mı? Ben gitmeye çok kolay karar verdim. Sadece hayalim olduğu için değil ama aynı zamanda o hayali gerçekleştirebileceğimi bildiğim için.
Matematikçi olmak senin çocukluk hayalin miydi?
Matematikçi olmak çocukluk hayalimdi demek zor. Ama hep çok ilgiliydim. Küçüklüğümden bu yana matematik konusunda hep çok başarılı olmuştum ve hep çok sevmiştim. Simdi çocukluğumu düşündüğümde ilkokulda sayılarla ilgili bulmacalarla ve geometri sorularıyla uğraştığımı hatırlıyorum. İlkokul öğretmenimi matematik sorularımla çok terlettiğimi de. Lisede zevk olsun diye matematik olimpiyat sorularını çözdüğümü de. Genelde bir hobi gibi, eğlence olsun diye uğraşıyordum matematikle ve üniversite yıllarıma kadar hiç ideal mesleğim olarak düşünmemiştim. Zaten hala bir matematikçi miyim bilmiyorum. Ama araştırma yaptığım alanlar çok matematiksel olduğu için kendimi matematikçi olarak görüyorum. Ve hala matematiksel bulmacalar çözmekten çok hoşlanıyorum.
Çevren matematikçi olmana karşı mı çıkıyordu? Ailenin ve çevrenin senden belli bir doğrultuda beklentileri mi vardı?
Pek sayılmaz. Aslında matematik ağırlıklı bir meslek sahibi olup olmayacağım konusunda konuştuğumuz bile söylenemez. Sadece benim sayısal ağırlıklı derslerde başarılı olduğumu biliyorlardı. Ama bunu meslek olarak yapacağımı hiç düşünmüyorlardı sanırım. Benim iyi bir asker, iyi bir doktor veya iyi bir mühendis olabileceğimi düşünüyorlardı hep ve o yönlerde teşvik etmeye çalışıyorlardı.
Matematikçi oluşun nasıl oldu, nasıl bir süreçten geçtin? O zamanlar yaptığın şeye paralel olarak bir altyapı oluşturup kademeli bir geçiş mi yaptın yoksa pat diye her şeyi bırakıp mı bu işe giriştin?
Üniversite üçüncü sınıfta idim karar verdiğimde. Herkeste bir iş bulma telaşı vardı mezuniyet sonrası için. Belirsizlik her yerdeydi. O zamanlar ben de ciddi ciddi ne yapmak istediğimi düşündüm. Ve sessiz sedasız karar verdim. Tabii sadece benim karar vermem yetmiyor böyle bir iş sahibi olabilmek için. Önemli olan ilk adımı atabilmekti ve o ilk adımı atmak zordu. O yüzden kendime bir plan yaptım. Önce master yapıp bu işte başarılı olacağımı ispat etmeliydim. Üniversitenin son senesinde mastera girmemi sağlayabilecek her dersi alıp o derslerde başarılı olmak için bayağı bir uğraştım. Kısacası, gerisini pek düşünmeden ilk adımı atmak için elimden geleni yaptım. Master’a girdikten sonrası bu işi yapmakta azimli olduğum için gerisi çorap söküğü gibi geldi.
Çevrene bunu kabul ettirme mücadelesi vermek zorunda kaldın mı?
Bu mesleğin zorluğu uzun bir eğitim dönemi olması. En büyük derdim ailemin maddi sıkıntısı idi. Bir işe başlayabilme imkanım varken okumaya devam etmek ailemin ve çevremin tercih ettiği bir seçenek değildi. Onlar bir işe girip çalışmam yönünde bastırıyorlardı. Başarılı oldukça bu baskıların çoğu kayboldu. Ama hala da herkesi ikna etmiş değilim.
Liseyi bitirir bitirmez matematiği seçmiş olmayı ister miydin yoksa içinden geçtiğin bütün bu süreçler mi senin kararını olgunluğa ulaştırdı?
Şimdiki olduğum noktaya gelmek için en uygun yolu kullanmadım diyebilirim. Eğer imkanım olsaydı geçmişte yaptığım bazı tercihlerimi değiştirirdim.
Eğitimin büyük firmalarda iyi bir maaş almanı sağlayabilirdi, şu anki gelirin nasıl? Bir matematikçi iyi para kazanabiliyor mu? Türkiye’ye dönmeyi düşünüyor musun mesela - bu iş burada da yapılabilir mi?
Alper NakkaşŞu an hala öğrenci gelirine sahibim. Ama okul bittiğinde Türkiye şartlarına göre çok iyi para kazanabileceğimi biliyorum. Matematikçiler akademik hayat dışında da çok iyi iş sahibi olabiliyorlar aslında. Analiz ve strateji gerektiren her işe çok güçlü aday olabiliyorlar mesela. Ama benim tercihim akademik işler yönünde. Türkiye’de akademik anlamda bu işi yapabilmek yurt dışına kıyasla çok daha zor bence. Bunun en önemli sebebi Türkiye’de araştırmaya ayrılan kaynakların azlığı. Diğer bir sebep ise Türkiye’deki bu tür pozisyonların iş tanımının daha çok öğretmenlik/danışmanlık çizgisinde bulunması. Akademik araştırma maalesef ikinci planda kalan bir iş tanımı. Şu an ciddi biçimde akademik araştırmalar yapmak istediğim için bir süre yurt dışında kalmayı planlıyorum ama eninde sonunda döneceğimi de biliyorum.
Bütün bunlar olurken, fedakarlıklar yapmak zorunda kaldığını hissediyor musun? Hayalime ulaştım, ama şunlardan vazgeçmek zorunda kaldım gibi…
Her yaptığımız seçim bir şeylerden vazgeçmek aynı zamanda. Benim yaptığım seçimler de bazı şeylerden vazgeçmemi gerektirdi. Doğası gereği araştırma yapmak, insanı zihinsel olarak yalnız kalmaya iten bir meslek bence. En önemli sorunu sosyal ortamlarda hissediyorum. Mesela arkadaşlarıma araştırmalarımın ayrıntılarından bahsedemiyorum çoğu zaman. “Şu ispatı yaparken şöyle bir sorunla karsılaştım” demek zor tabi:) Ya da hafta sonu tatilinde işimi düşünmüyorum diyemiyorum. Eğer bir ispat yapmam gerekiyorsa gecem gündüzüm o soruyu düşünmekle geçiyor. Yurtdışında bulunduğum için ailemle ve Türkiye’deki arkadaşlarımla görüşememek de bu işin bana olan maliyetlerinden sayılabilir.
Şu anda mutlu musun? Sevdiğin işi yapmak sana kendini nasıl hissettiriyor?
Mesleğimden çok memnunum şu anda. Akademik hayat çok dinamik ve eğlenceli. Etrafımda çok zeki, başarılı ve ilginç kişilikler var. Sevdiğin işi yapmak çok güzel bir duygu.
Konu: röportaj • Salı, Aralık 1st, 2009 © 2009 ottimo magazine