Thursday, November 12, 2009

Mehmet Ali Sulutaş – 12 Kasım 2009

                    “Bence, Kıbrıs Türk halkının Türkiye tarafından garantisi ön planda
                                      yer alan hayati bir konudur. Bundan ne feragat edilebilir,
                                                     ne de fedakârlık gösterilebilir.”   
                                                                 Dr. Fazıl Küçük


Gırbız, Kıprıs ve Kıbrıs; hepsi de halkın dillendirdiği sözler. Hemen yakınımızdaki kocaman ve çok önemli bir adanın adıdır Kıbrıs. Tarih Bilinci: ŞANLI 20 TEMMUZ:  ÇUVALI  BAŞIMIZDAN ÇIKARDIĞIMIZ GÜN” başlıklı yazısında Mustafa Köse’nin söylemiyle, “AKDENİZ’DE MERSİN SAHİLLERİMİZE YAKIN OLAN, İŞARET PARMAĞIYLA BİR YERLERİ GÖSTEREN BİR ELE  BENZEYEN KIBRIS ADASI,  GERÇEKTE   NEYİ  GÖSTERİYOR?”
Elbette Anadolu’yu; “Ben Anadolu’nun bir parçasıyım” dercesine... Gerçekte de öyle değil mi? Amerika, Yunanistan veya İsrail’in veya başka bir ülkenin askerî bakımdan Kıbrıs’a güçlü bir şekilde yerleşmesi hiç şüphe yok ki Türkiye için bir tehdittir. KKTC’de kurulacak olan üslerle, “Ne yapacağı belli olmayan Türkiye’ye askerî müdahalenin ucu gösterilmektedir.”
Türkiye’nin yurtseverlerine göre “Türkiye’nin savunması Kıbrıs’tan başlar”.
Anlaşılan yayılmacılar da, “Türkiye’ye saldırı Kıbrıs’tan başlar” diye düşünmektedirler.
“Kıbrıs adası, jeopolitik açıdan Akdeniz'de çok önemli bir  konumdadır. Türkiye'ye yakınlığı, İskenderun ve Mersin Körfezleri’ni kontrol etmesi, Akdeniz'in doğusundaki deniz ulaşımı, İsrail ve Suriye'nin liman ve sahillerinin güvenliği, Türk boğazları ve Süveyş Kanalının emniyeti, Ortadoğu petrolleri ile petrol nakliyatı Kıbrıs'ın önemini arttırmaktadır. Yunan adaları, Ege bölgesi devamı, Anadolu’nun güneyden kuşatılmasını tamamlayabilecek  yerdir.”
Kıbrıs, işte bu jeopolitik önemi nedeniyle, tarih boyunca çeşitli kavimlerin istilasına uğramıştır. M.Ö. 1450'den itibaren, Mısırlılar, Hititliler, Fenikeliler, Asurlular, Persler, Büyük İskender, Romalılar, Bizanslılar, Araplar, Haçlılar, Venedikliler ve Osmanlılar idaresinde kalmıştır. 300 yıl Osmanlılarda kalan ada, 1877-1878 Osmanlı- Rus harbinde, Osmanlıları destekleme sözüyle 1878'de İngiltere'ye geçici olarak bırakılmıştır.
Sanıyorum bu düşüncelerle gece yarısından sonra daldığım uykumdan sabah ezanından önce uyandım. Yeni düşünceler üşüştü belleğime. Gözümden de uyku dökülüyor. “Dökülüyor, ama bu bilgiler de dökülür gider eğer onların üstüne uyuyup kalırsan,” dedim kendi kendime ve kalkıp oturdum bilgisayarın başına.” Kâğıt kaleme sarıldım” derdik 15-20 yıl öncesine kadar…
            Çocuğum daha; 1930’lu ve 40’lı yıllarda, Silifke ile Gülnar arasında gidip geliriz ailecek. Kışın Silifke’de kent, yazın Gülnar’da köy yaşamı diyebiliriz o serüvene. Çoğunlukla baba işçiliğine devam eder, biz üç erkek kardeş ana gözetim ve denetiminde, okullar kapanıp ekin tarlalarında anızda kalan başakların toplanıp kiralık evin bahçesinin bir köşesinde yığılıp üstü toprakla örtüldükten sonra Haziran sonlarında yayan yapıldak düşerdik yollara, 1222 m yüksekteki köye ulaşmak için 2-gün-2- gecede. Yollar toprak, motorlu taşıt yok. Olsa da taşıtla gidecek para yok. Yol öylesine yapılmış işte, ormancının, savcının aracı geçer belki diye.
Savaş ve kıtlık yılları: Bu Silifke-Gülnar gidiş gelişlerimizde Torosların doruklarına ulaştığımızda, özellikle Kayrak köyü tepesini aşarken gece vaktinde anamız gösterirdi güney tarafımızdaki denizin bir yerinde ışıldayan bir yeri, “Orası Gırbız işte!..” diye. Horoz seslerinin bile duyulduğu söylencesinin dilden dile dolaştığını da aktarırdı rahmetli anamız. Meğer orası bir adaymış, okulda öğrendim yıllar sonra. Daha neler öğrendim neler!..
“Burası Kıbrıs Radyosu Yayın Korporasyonu” diye duyduğumuz ve ‘ırado’ denilen, ama doğrusunun ‘radyo’ olduğunu öğrendiğim, sınıf arkadaşımın postacı babasının satın alıp evlerine getirdiği pille çalışan bir kutudan, Türkçe şarkılar da dinlerdik, ortaokul yıllarında.
O yayının bulmacasını bile çözüp gönderirdim, adımın okunarak istediğim şarkının çalınması için… Başka bir armağan verirler miydi hatırlamıyorum. İlkokul yıllarında da çarşıda kahvelerin duvarında veya babası tenekeci olan bir arkadaşımın evinde de büyükler açtıklarında dinlerdik tek Ankara Radyosu’nu. O zamanlarda Kıbrıs Radyosu diye bir yayın duymazdık.
Silifke’de çok Kıbrıslı vardı. Öğretmenlerimden biri de Kıbrıs kökenli bir ailedendi. Gırbız eşeği nasıl güçlüdür, Gırbız Zeybeği nasıl oynanır daha çocuk ve gençken öğrendim.
Bolu’ya bağlı, Köroğlu Dağları’nın doruklarında, ilin en az gelişmiş ve en az nüfuslu ilçesinin de Kıbrısçık olduğunu daha yeni öğreniyorum. Bu nedenle diyorum, kendim için;
 “Öğrenciliği hiç bitmeyen bir eğitimci” diye. Üniversitede okurken Kıbrıslı Türk mücahit arkadaşlarımızla, Adadaki Rumların Türklere karşı yaptıkları soykırım türü zalimliklerin öykülerini dinledik; Kıbrıs konulu toplantı ve gösterilere katıldık.
Kıbrıs’ı 1571'de (Rumlardan değil) Venediklilerden alarak kurtaran Türkler, Doğu Akdeniz’i korsanlardan koruyarak Adaya 300 yıl egemen olmuşlar. Adadaki azınlık Rumlar ibadet etme, çalışma, kültürlerini sürdürme, dillerini konuşma konularında özgür bırakılmışlar. Ada 1878'de geçici olarak İngiliz yönetimine kiraya verilmiş. Rumlar, İngilizlere ve Türklere savaş açıp adayı hep Yunanistan'a bağlamak istemişler ve istemektedirler de...
Osmanlı Türk devleti ile savaşı sürekli bir mücadele halinde gören Rumlar; İstanbul'u ve Anadolu'yu kendi yurtları saymışlar ve öyle de sayıyorlar. Buraların yeniden ele geçirilmesi, onların en büyük amacıdır. Onlar; bu ereklerini yavaş yavaş hayata geçiriyorlar gibi.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Mersin Konsolosluğu 15 Kasım 2009 Pazar günü KKTC’nin 26ıncı Kuruluş Yıldönümü Kutlama Töreni’ne hem öncülük hem ev sahipliği yapacak. Tören Mersin Cumhuriyet Alanı’nda saat 9’da başlayacak. Saat 10’da da Atatürk Caddesi’nin en sonunda Silifke Caddesi’ne kavuştuğu yerdeki, Müftü köprüsü kulağındaki binada bulunan KKTC Mersin Konsolosluğu’nda Başkonsolos Sayın Oya Tuncalı tebrikleri kabul edecektir. Aynı akşam da davetli protokol konuklarıyla bir resmî kabul düzenlenmiştir.
İki hafta sonra kutlayacağımız Kurban Bayramı için de tatil önerileri gelmeye başladı. Bunlar arasında KKTC’deki oteller ve sunacakları eğlence ve geziler de yer almaktadır. Özellikle, Girne, Gazi Mağosa ve Lefkoşa bu önerilen yerler arasında.
Kimi otel adlarının baş harfleri küçük, kimi özel olmayan isimlerin baş harfleri büyük harfle; kimi bilgiler tam sınıflandırılmadan yazılmış bir ‘gezi sitesi’ (öbeği) çıktı karşıma. Bir düzine otel arasından dördü KKTC’de ve hepsinin adları da yabancı. Birinin adına ‘Thermal Hotel & SPA’ da eklenmiş. Bildiğim kadarıyla, Fransızca ‘thermal’ ve İngilizce ‘spa’ (sıpa okunuyor) , her ikisi de Türkçede ‘kaplıca’ demektir. Neden ‘kaplıca’ diye yazmazlar acaba? Hele bir de ‘spa’yı cahilce büyük harflerle ‘SPA’ diye yazanlar var ki anlayana aşk olsun! SPA İngilizce ‘Subject to particular average’ kavramının baş harflerinden oluşan bir kısaltmadır.
Kurban Bayramı Sanatçılı Oteller - Sonuçları filtrele” diye bir başlık var evlere şenlik. Sonuçları incele/süz/gözden geçir demek varken “ Sonuçları filtrele” demek ne kadar doğrudur siz karar verin. “Konsept: Yarım Pansiyon -Oda Kahvaltı- Herşey Dahil- Tam Pansiyon Plus başlığı da ayrı bir salata. Burada yanlış kullanılan “konsept” yerine ‘seçenekler’ denip, “Herşey” ayrı, “Dahil”deki ‘a’ şapkalı ‘â’ ve “Plus” yerine ‘Artı’ diye yazılmış olsaydı sesimiz çıkmazdı. Hele bir Ultra Herşey Dahil Oteller sınıfı var ki, gidecek olsam bile gitmem.
“Ultra” yerine yazılıp söylenecek Türkçe sözcük mü kalmadı?
En Çok Tercih Edilen Bölgeler (menu)” yazısı bir başka başlık. Parantez içindeki yabancı sözcüğün işi ne orada Allah aşkına? Ne de güzel düzenlemişler, ama ‘liste’ anlamına kullandıklarını sandığım,  o “menu” sözü bir çuval inciri berbat etmiş. Turizmciler, otelci ve aracılar hiç mi denetle(t)mezler neler yazdıklarını ya da yazdırdıklarını acaba?..
Özlemle andığımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi,
“Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin ulusal ve zengin olması, ulusal duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk di­li, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki dil bilinçle işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dili­ni de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

No comments:

Post a Comment