Monday, August 31, 2009

RAİF DENKTAŞ (1951-1985) KIBRIS TÜRKÜ O’NU HİÇ UNUTMAYACAK

''RİCA İLE YAŞAMA DÜZENİNE SON''

“Yemeyi, içmeyi, baloyu dansı sevmedim,yapmadım ve yapmam. Sebebi yoktur:Sadece içim söylemez ve vaktim olmamıştır,hiç bir dönemimde. Eğlence yoktur hayatımda. Uğraş vardır.Müziğin köklüsünü ve anlamlısını sever dinlerim.Arkadaşlarımla buluşabildikçe çalarım.Bazen sabaha karşı klasik gitar notalarının arasında kafamı dinlerim.Bu zevkime de kimseyi karıştırmam.Müzik ruhun gıdasıdır.73’ten 79’a kadar günlük gazete çıkardım.Çıkaran bilir.Kıbrıs’ta gazete çıkarmak; yazısından başlar,katlanmasına kadar gider.İnsanın gecesini gündüzünü bir eder. Matbaamı borçla kurdum;ödeyemedim sattım. Satmayayım diye birine gebe kalmayı düşünmedim. Vurguna,soyguna da yeltenmedim. Bunları benliğim kabul etmez.Bu düzende madden mahkum olabilirim ama alnım açık gezerim. Ben Hakim Raif Bey’in angonisiyim. Bu bana yeter. Okumayı severim.Sosyal bilimlere tutkuluyum. Bilime saygılıyım.Kendime yenilemeyi,yanlış bildiklerimi doğrulamayı,doğru sandıklarımdan şüphe etmeyi bilirim. Oxford’a kendim girdim.alnımın akıyla kendim geldim.İftihar ederim ve kendime güvenirim ama övünmem. Param yoktur ama akademik niteliğim vardır.Bu da benim servetim! Zavallı duruma düşürülmüş insan karşısında hisli,mazlumun hakkını yiyen karşısında öfkeliyim. Beni kindar ve hınçlı sananlar yanılırlar.Bu ülkede insanca ve hakça bir düzende yaşamak isterim. Bunun gereği olarak da ihale şampiyonlarının iktidardan gitmesini görürüm. “Mahçup” olmamı kibirlik sananlar yanılır.Hak yiyicilere karşı öfkemi “Hırs” sananlar çok yanılır. Hoş beşi,kişi kişiye sohbeti sevmem;zaman israfı sayarım.Ahkamla vakit harcamak zorunda bırakılmak beni bunaltır.” Ben kim miyim? Ben Raif Denktaş..” Yıl 1951 Ocak Ayı.. Kıbrıs’ta mevsim dönmüş,sonbahar yerini çoktan kışa bırakmıştı. Kıbrıslı Türkler ile Rumlar arasında gerginlik içten içe kaynamaya başlamıştı. Rum Ortodoks Kilisesi’nin başını çektiği Enosis yeniden gün ışığına çıkarılmaya başlanıyordu. Bu belki de bir yüzyılı etkileyecek gelişmelerin başlangıcıydı. Yıl 1951’di ve esen sert rüzgarlar;kolay kolay dağılmayacak kara bulutların,sağanak yağmurların boranların habercisiydi.. 1951 yılının Yine Ocak Ayı’ydı. O günlerde Kıbrıslı Türklerin haklarını koruyan ve ebediyen koruma yemin eden Denktaş ailesinin bir oğlu dünyaya geliyordu. Doğan çoçuğa babanın ön adı verildi. Raif.. Dünyaya gözlerine açan Raif yaşamı boyunca hem ismini hem de soyadını taşımak için amansız mücadele vereceğini elbette bilmiyordu. O’nun doğuşu hem aileye hem de yakın çevresine büyük moral verdi. Umut oldu, Güç oldu. Ev şenlendi ama bun şenlik uzun sürmeyecekti. Raif üç yaşına gelirken Enosis hayalleri Ada’ya kasıp kavuruyor,Kıbrıslı Türkler için de acılı yıllar başlıyordu. 1954’e gelindiğinde Zürih’te toplanan zirvede Yunanistan ve Türkiye garantör ülke olarak tarih sayfalarında yerini alıyor,”Kıbrıs Sorunu” başlığıyla iç ve dış politikalarına hiç tükenmeyek bir sorunu taşıyorlardı. Takvim yaprakları 1955’i gösterdiğinde ENOSİS hayali artık sözcük dağlarını aşmış,Kıbrıslı Türkler için bire bir tehdit olmaya başlamıştı. Tehdiş örgütü EOKA faaliyete geçerken Denktaş ailesi de Lefkoşa’ya taşınarak Doktor Fazıl Küçük’ün evine kiracı olarak yerleşiyordu. Bu keskin viraj Raif Denktaş’ın küçük dünyasında büyük izler bırakıyordu.Çünkü aynı günlerde Rum vahşeti dalga dalga yayılıyor; çok sayıda Türk bu vahşetin masum kurbanları oluyordu. O yedi yaşına geldiğinde Kıbrıs’ta Türklük hareketi kendisini gösteriyor,Raif Denktaş 27- 28 Ocak direnişinin canlı tanığı oluyordu.. “58 Ocak’ında 7- 8 yaşlarında hiç kimsenin burnunda göz yaşartıcı bombanın kokusu kalır da gitmez mi? Gitmez.. Mustafa’nın İngiliz askerlerinin coplarından nasıl kurtarılıp, boğulacak bir şekilde ilkyardım aldığını köşkte izlemiştim. “ (R.Denktaş) Günler,aylar,yıllar zamanın olağanüstü olduğunu gösteriyordu. Kıbrıs Türkü için ölüm ve yaşam bir incecik çizgiydi. Ve baba Denktaş’ın çocuklarına ayıracak hiç zamanı yoktu.Babanın kavgası tüm çocuklar içindi,Raif’in iç kavgası ise babası içindi..Ne de olsa çocuk kalbiydi. Bölüşülen şefkat, Bölüşülen sevgi, Ve bir türlü kendisine ayrılmayan zaman.. Raif Denktaş tüm Kıbrıslı Türk çocuklar gibi acılı,bir o kadar da bilinmezlik içinde büyüyecekti. “1950’de doğdum. 1958 olaylarında 7 yaşındaydım. 1959’da kardeşimi kaybettik. 8 yaşındaydım(...)Kardeşimin ölümünden hiçbir şey hatırlamıyorum, silindi gitti. Tanrı öyle istedi(...)1963 olaylarında 12 yaşındaydım. 1964- 68 yıllarında Ankara’da sürgün hayatından sonra 17 yaşlarındaydım. Çocukluğumun hiçbir döneminde “İşte benim babam.! diyemedim. Bir baba için, önce çocukları, önce ailesine karşı sorumlulukları gelir. Denktaş içinse, şimdi geriye baktığında şimdi çok berrak bir şekilde görebiliyorum.. Önce halkına ve halkının varlık mücadelesine karşı olan sorumluluklar gelmiştir. Ve hala öyledir. Biz de Denktaş’ın çocukları olarak hayatımızda kendimize biçim vermiş, bir nevi kendi kendimizi büyütmüş; hatalı veya doğru kararlarımızı kendi başımıza almak zorunda kalmışızdır.” (R.Denktaş) Takvim yaprakları 1960’ı gösterdiğinde Köşklüçiftlik dönemi de başlıyordu. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk günleri.. İlkokul yıllarında yaşanan en güzel öğrencilik ve çocukluk günleri. Raif bu yıllarda müzikle tanışıyor,arkadaşı Erdinç’in de etkisiyle batı müziğine merak sarıyordu. Babasının aldığı ilk gitarla büyük tutkusuna kavuşuyordu.İtalyan asıllı bir hocadan aldığı derslerle birlikte müziğin sonu gelmez esrarengiz yolculuğuna çıkıyordu. Ancak bu yıllar da çabuk bitecekti. Takvim yaprakları 1963’ü gösterdiğinde tüm Kıbrıslı Türkler için acılı günler de başlıyordu. Kıbrıs Türkü katliam çukurlarına gömülüyor, en direngen ve en savaşçı evlatlarını birer-birer toprağa veriyordu. Kavganın adı varolmak ya da yokolmaktı. 12 yaşındaki Raif’in elinde silah, küçük parmakları tetikteydi. Aziz Çavuş ve Kel İlker’le nöbet başındaydı. Bir gün Öğretmeni Tuncer’in şehit düştüğü haberini aldı.. Yanaklarından süzülemeyen iki damla yaş aktı,aktı... Yüreğine damlayan bu yaşlar tüm şehitler içindi.. Türk oldukları için, katliam çukurlarına gömülenler içindi. Yüreğinde acı ,acıyla birlikte sessiz ve derinden büyük bir isyanla birlikte ailesiyle birlikte Türkiye’ye başkent Ankara’ya doğru yola çıkıyordu. Ankara’da güneş cimriydi. Karlı ve soğuk Ankara günlerinde yürekte hüzün ve keder vardı. İşte bu soğuk günlerini ısıtacak çözüm yine yanıbaşındaydı. Müzik. Ankara Koleji’nde öğrenimini sürdürürken okul orkestrasına bas gitarist olarak katıldı.Aynı grupta iki Kıbrıslı daha vardı.Sözer Özel ve Ongun Hulusi. Raif ilk sahne ve bas gitarist deneyimini bu grupta kazandı. Takvim yaprakları 1964 Temmuz’unu gösterdiğinde Baba Denktaş her ne pahasına olursa olsun Kıbrıs’a dönmek için hazırlıklara başlıyordu. Çankaya Basın Sitesi’ndeki evde TMT’nin ilk lideri Rıza Vuruşkan ile tüm planlar gözden geçiriliyor,dönüş için vedalaşıyordu. Raif babasının gözlerinin içine bakarak son bir nafile çabayla “Baba beni de götür” yalvarıyordu. Baba Denktaş’ın gözleri doluyor oğlunu kucaklıyordu. Yanıt kısa ve katiydi: “Gidip de dönmemek var. Ben ölürsem, ailenin reisi sensin. Annen ve kardeşlerine iyi bak. Onlar sana emanettirler.” Baba Denktaş Ada’ya dönerken geride yalnızlık,gözyaşı ve derin özlem bırakıyordu. 1964-1967.. Üç koca yıl.. Bir yandan babasızlık diğer yanda vatan hasreti... Ve Ankara’dan İstanbul’a çevrilen bir başka rota.. Orta ikinci sınıf Kadıköy’de okunur,okunmasa da vatan hasreti her geçen gün de daha da büyür. Ne derdini anlatacak arkadaşlar bulabilir,ne de hüznüne ortak olacak bir dost sesi duyabilir. Zaman bu kez ilaç değildir Raif için. Sürgün acısına, vatan hasretine daha fazla dayanamayan Raif Denktaş, ne pahasına olursa olsun Kıbrıs’a gizlice dönme hazırlığına başlar. Planlar yapılır,son hazırlıklar tamamlanır..Umut artık kapıdadır.. Ancak ne olduysa bir anda olur, son gece kararlar değişir, “Sandalda daha fazla yerimiz yok.”yanıtını alan Rauf sadece gidenlere el sallayabilir. ”1967 Ekim Ayı sonu.Kenan Coygun’la buluşup gizli çıkışa yollamak üzere Ekrem Yeşilada ile birlikte babamı buluşma noktasına götürüşümüz.16 yaşında ve tekrar hayal sukütu .Geride kalıyoruz.Halbuki Kıbrıs’ta arkadaşlarımız mücahit.Bu ne korkunç suçluluk duygusudur,bilemezsiniz.” (R.Denktaş) Hayal kırıklığı çok uzun sürmez.. 6 Ay sonra hayallerine ellerini uzatır. 13 Nisan 1968 günü Kıbrıs’a geri döner. ”1968 Nisan’ın 13’ü Kıbrıs’a dönüş.Herkes için bir bayram günü ama benim için bir başka bayram.Mücahit olacağım.Benin bayramım bu.Erdinç 20’inci bölükte.Ferahzat’ın bölük,22’inci.Komutanı Ergül Uysal.Erdinç “22’ye git.Digilag seni alır” diyor.28 Nisan benim en mutlu günüm.22’inci bölük benim evim.Ayandon,Simsar,Kör Hasan ,Ama’nın Bahça..Topçu mevzilerinde yaptım mücahitliği,karargahta değil.Bu komutanlarıma,arkadaşlarıma zevk ve kıvanç verdi,ama en çok bana.” (R.Denktaş) Raif Kıbrıs’a döndüğünde 17 yaşında gönüllü mücahittir. Hem de babasına sormadan öğrenci arkadaşları gibi hudutlarda, zor koşullarda görev yapar.. Ulusal kurtuluş mücadelesinde bir neferdir şimdi. Her şeyden çok sevdiği toprağına, vatanına ve arkadaşlarına kavuşmuştur. 22.Bölük Kıbrıs Türk tarihinde önemli bir sayfaya da yer açıyordu. Çünkü bir yandan askerliğin en sert kurallarını işletirken diğer yandan müziğin de en melodik notaları çınlıyordu. Daha sonra Sıla 4 adına alacak Bayrak Kuartet 22’inci bölükte hayat buluyor,Bölük karargahının bodrumunda grup elemanları çalıyordu. Bölük Komutanı Ömer Asım gücü elverdiği ölçüde gruba destek oluyordu.Ömer Asım’ın dan sonra göreve getirilen Ergün Uysal da grubun çalışmalarına verdiği desteği sürdürdü.. 1968-69 yıllarında 22. Bölükte er olarak mücahitlik görevini yapan Raif Denktaş, öğrenci mücahit olarak İngiliz Kolejinden mezun olur. Kader rotayı yine aynı noktaya çevirir. Ankara.. Bu kez adres ODTÜ İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi’dir. Raif bir yandan öğrenimini sürdürürken diğer yandan da gazetecilik için önemli adımlar atıyordu. Muhtelif gazetelerde ve dergilerde Atatürkçülük üzerine düşünce yazıları ve çeşitli sorunları inceleyen makaleler kaleme aldı.Atatürk ilkelerinin yılmaz bir savunucusu oldu. Müzikse geride kalmamıştı. Aydın Kalaoğu Erdinç Gündüz ile “Kıbrısım” ve “Dolama” şarkılarının yer aldığı 45’lik plak çıkarmışlardı ve bunun yankılarını yaşıyordu. Raif Denktaş Ankara’da da Aydın ve Erdinç ile aynı evde kaldı. Erdinç Gündüz’ün sayesinde bir plak şirketinin sahibi ile tanıştılar. Bu Bayrak Kuartet için de dönüm noktasıydı. Raif Denktaş ve Grup üyeleri Tunalı Hilmi Caddesi’nde bulunan evlerine plak şirketinin yetkililerini konuk ettiler. Grubun şarkılarının çoğu Kıbrıs ağzındaydı ve değiştirilmemeliydi.Parçaların özünü değişterecek hiç bir müdahale kabul edilemezdi. Kıbrısım,Dolama,Kıbrıs Gelini,Ölüm Allah’ın Emri;yine Seni İsterdim Ben,Gelmedin,Garanfil şarkıları çalındı. Plak şirketinin sahibi ve prodüktörleri çok etkilenmişti. Kıbrıs ağzına yönelik itirazlar da olsa grubun istediği oldu. İlk etapta dört plaklık anlaşma sağlandı. Ancak Kıbrıs için çok şey ifade eden Kuartet isminin Türkiye’de nasıl bir etki yaratacağı konusunda kuşkular vardı. Bu sorun bir gecede tesadüfen ve aniden çözüldü. “Yine Seni İsterdim Ben” adlı şarkının söz yazarı Tevfik Ünver,Raif’in Ankara Koleji’nden arkadaşıydı.Grubun adının Sıla 4 olarak değiştirilmesini önerdi. Herkes bu anlamlı ismi benimseyince satışa sunulacak plaklarda Sıla 4 isminin kullanılmasına karar verildi. Raif 197’li yılların ilk başlarında müziğin yanı sıra Kıbrıs Türk folkloru üzerinde çalışmalar yaptı. Arkadaşlarıyla yerel destanları ve bu konu üzerine çalışmalarda bulundu. Yerel özgün müziklere öncülük etti. İşte bu dönemde hayatında büyük bir değişiklik oluyor,yüreğine sevda ateşi düşüyordu. Buğulu gözlerin,şiirlerin,yazılarının kaynağı Mesudiye Elif Emre adlı bir kızdı.. “Ayrılık akşamdan olaydı Şimdilik. Uçan kuşun ötmez olduğu, Ayın güneşe vurulduğu Uyumadağım akşamlar. Ve her sabah, Seni getirseydi de, Bitmesiydi aşkımız Akşam olmadan..” Şiirdeki gibi korktuğu olmadı,aşkı akşam olmadan bitmedi.Mesudiye ile 1973’de evlendi. İleriki yıllarda evliliğinden Rauf ve Canpolat isimli iki oğlu Pınar isimli de bir kızı dünyaya geldi. Evliliğinin hemen ardından üniversite hayata kesintiye uğrar. İbre bir kez daha Lefkoşa’ya gösterir. Tek kişi olarak ayrıldığı Ada’dan baba ocağına iki kişi olarak dönecektir. Dönüşte yazılarını Zaman Gazetesi’nde kaleme alır.Görüşlerini makaleler yoluyla okuyucuya ulaştırır. Ancak zaman sadece düşünme değil eylem zamanıdır da. Yunan cuntasının öncülüğündeki 15 Temmuz darbesi Kıbrıslı Türkler için bir kabusa dönüşüyor ve artık gözler ufukta Türk askerini bekliyordu. Raif Denktaş da mevziidedir. ”1974’ün 20 Temmuz sabahı gene 22.Bölük’te karşıladık Türk jetlerini.Havan takımı komutanı Esat Varoğlu yanında KTÖS Başkanı Turgut Mustafa ile kucaklaştık.Sonra ateş yağmuru. Turgut “Sosyalist bir düzenin şafağı” dedi.Ben de “Yeter ki Türk olsun” dedim.Anlaştık.Gönüllerimizin bir olmaması için bir sebep yoktu.Soluyla,sağıyla böyle karşıladı bu toplum 20 Temmuz’u.Geleceğe dönük kutlu duygularla ve gönül gönüle,omuz omuza(...) O günlerde bir Yorgozlu Sami’yi tanıdım.Kolundaki kurşun yarasına aldırmadan hastaneden kaçıp mevzisine dönen ve bu yüzden kangren olan kolunu kaybeden.Bir rahmetli Nevzat Pusat’ın el bombasından parçalanmış elinden tuttum.,onun şahsında kahramanlığın ne demek olduğunu gördüm.Bir Doğan Akpınar’ın koskoca bölüğe nasıl soğukkanlılıkla hakim olduğunu,bir Kasap Ahmet’in ,Bulgur’un nasıl yiğit silah arkadaşları olduklarını gördüm,Ersoy Çavuş’la ölüme gittim.Ta 58’lerden 74’lere bir ömürdür bu.” (R.Denktaş)

No comments:

Post a Comment