Bir  pazarlık sürüyor. Türk Silahlı Kuvvetleri en şiddetli depremini  yaşıyor. Generallere yakalama emri çıkarılıyor. Yakalama emri geri  alınıyor. Gece yarıları Genel kurmay başkanı başbakanlıktan çıkıyor.  Başbakan ABD Başkanı Obama ile telefon görüşmesi yapıyor.  Ekranlarda, ‘Orduyu içeri tıkın!’ nidaları. Soroscu TESEV’den, ulusal  savunma sanayisine ‘darbe’ yapılmalı çığlıkları! CIA  görevlisi  Barkey’den  PKK hükümetle koordinasyon halinde olmasa Habur’dan giriş  gerçekleşmezdi!’ beyanı…  
Dağda  şehirde her gün şehit düşen Mehmetler! İstifa eden bir general..   Natocu  olanlar,  ve bu ulusun ordusu! Şurası kesin: Washington ve  Brüksel’den gelen kararlarla Türkiye’nin kaderini çizmeye  kalkışanlar yolun sonuna yaklaşıyor…  
Dünyanın  en güçlü 5. ordusu Türk ordusu  bir ‘darbe’nin muhatabıdır. Azgın bir  saldırıya karşı içindeki ayrık otlarına rağmen direnmektedir. NATO’ya  girişinden beri, beyin yıkama  çalışmalarına uğradığı, bir  asker-elit yaratıldığı halde HALÂ ‘kurtuluşun ve ulusun ordusudur.  Bu  nedenle küresel seçkinlerin, emperyalizmin hedefi olmuştur. 2011  yaklaşırken, ABD filmi hızlı sarmak zorundadır. Irak’tan çekilmek,  İran’a saldırmak, BOP’u tesis etmek, Türkiye, Irak, İran ve Suriye  topraklarını bölerek bir Kürdistan kurmak böylece petrol, bakır, krom,  bor  coğrafyasına konuşlanmak arzusundadır. Bu hedeflerini sadece ve  sadece Türkiye’yi DENETİMDE ve KENDİ  YÖRÜNGESİNDE tutarak gerçekleştirebilir. Başka şansı yoktur.  
Bilmektedir  ki Türkiye tarihinde bir kez daha, Batının tüm hesaplarını alt üst  edebilecek güce ve potansiyele sahiptir! Ulusun en büyük güvencesi Türk  ordusudur. Bunu iyi bilenler, orduyu içten ve dıştan paramparça etme  azmiyle projeler üretmişlerdir. Ama Türk ordusu halkın içinden  çıkmıştır. Bu bir HALK ordusudur. Bazı ülkelerin toplama askerlerine  benzemez!  
Böylesi görülmedi!  
            Eğer  bu bir halk ordusu olmasaydı, 60 yıldır yapılan emperyalist saldırılar  karşısında 10 yıl dayanamazdı. Oysa  dayanıyor, direniyor. Üst kademede  zafiyet varsa, tekel işçilerinin sendika yöneticilerini yönlendirişi  gibi, alttan gelen gür sesler, Gazi Paşa’nın ruhuyla ilerliyor.  
Sınırlar  arasında programıyla 82 ülkeyi dolaştım. Her gittiğim ülkenin önce  ordusuna baktım.  Böyle bir saldırıya muhatap olan tek bir ordu  görmedim.  
            Arkasında   dünyanın en büyük faşist imparatorluğu olan bir terör örgütü ile  savaşan,   Avrupa Birliği yasalarının dayatmasıyla eli kolu arkadan   bağlanan,  Birleşmiş Milletler kararlarıyla  savaştığı örgütün yerel  mekanizmalara yerleştiğini gören, ‘dost’ ülkelerin silahlarıyla vurulan,  CIA eliyle kafası çuvala sokulan, hükümet tarafından içeri tıkılan,  aniden bırakılan, sonra yine ‘yakalanan’, derken yaka paça ‘götürülen’,  bir türlü kurmay başkanı seçilemeyen, yaygın medyada her gün aşağılanıp  ‘un ufak edelim!’ denen,   profesyonel askerlerden kurulu alternatif  ordu ile tehdit edilen ve 50 derece sıcakta, sırtında 20 kilo yük   dağlarda vatan  savunması yapan, bu arada terör örgütünü besleyen uyuşturucu  konvoylarına haşa  dokunamayan ve her gün kan kaybeden bir ordu! En son  muhalefeti ve iktidarı ile elinden ‘vatanı koruma ve kollama’ görevi  yani varoluş sebebi alınmaya çalışılan! Dünyanın hiçbir ülkesinde hiçbir  silahlı kuvvet böylesine azgın bir saldırıya muhatap olmadı!  
İki örgüt ve kurtuluş  
            Ne  kadar güçlü bir temeli varmış ki, 1950’de NATO’ya sokulduğundan  beri, yapılan yıkıcı faaliyetler sonuç vermedi! Batı, Türkiye’yi   NATO’ya tutsak ederek ‘Ulusal Savunma Kavramını’ yok etmeyi  hedeflemişti. 60 yıldır, TSK içinde,  ABD istihbaratı her türlü  psikolojik harbi denedi.  ‘Demokrasi’ kuruluşlarının adamları, özel  istihbarat servis elemanları, kurmaylara ders verdi. Harp Akademileri  Erasmus programına bile dahil edildi. SAREM’de ders veren bazı isimler  tüyler ürperticiydi. Deniz Kuvvetleri’nde ‘Değişimin Dinamiği’ gibi  Soroscu bir başlık altında Akın Öngör’e (World Wild Foundation Türkiye  başkanı  /Genel başkan Al Gore) konuşma yaptırıldı. Amerikan psikoloji  merkezleri temsilcileri, KAL DER gibi dış merkezli ‘Sivilleştirici’  mekanizmalar, F tipi çalışmalar, Türk ordusunun komuta kademesine duhul  etti.  
            İşte  tüm bunlara RAĞMEN, halkın bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri Gazi  Paşa ruhunu terk etmedi,  direndi  ve tahmin edemeyecekleri kadar uzun  bir zaman direnecek!  
            ÇÜNKÜ  bu ordu bugünküne çok benzer bir mücadelenin içinden doğdu. Ve çok önemli iki kavram üzerine kuruldu!  
Kuvvayı Milliye ve Müdafaa-yı Hukuk.  
            Türk  ordusu ‘ULUSAL  SAVUNMA KAVRAMI’ üzerine oturmuştur. Ulusal Savunma   demek,  TAM BAĞİMSIZLIK  demektir.  Ve KUVVA-YI  MİLLİYE yani  MİLLİ  GÜÇLERCE hayata geçirilmiştir. Mustafa Kemal Paşa, Kuvva-yı Milliyenin  doğuşunu şöyle ifade etmiştir:  
            ‘Hükümet  düşman işgali altında, devlet, görevini yapamaz haldeydi. Savunma  araçlarının başında gelen ordu da felç edilmişti. ‘İşte bunun içindir  ki, vatanı savunma ve korumadan ibaret olan asıl görev, ulusa  yönelmişti. Ulusal kuvvetler, orduya, kendi içinden çıkan bireylere,  düşman saldırısında  yardım etmeye mecbur oldular. Buna Kuvva-yı Milliye  (Ulusal Kuvvetler) diyoruz.’ Müdafaa-yi Hukuk yani Ulusun Haklarının  savunulmasını üstlenen örgütlenme ise bir SİVİL SAVUNMA örgütüdür.   Düşmana karşı silahlı güç,  Kuvva-yi Milliye,   yaygın  Siyasal SAVUNMA  örgütü ise, Müdafaa-yi Hukuk Örgütüdür.  
‘Yalnız ulusunun emrinde..’  
            Atatürk bu örgütü şöyle tanımlamıştır:  
            ‘Başvuracak başka hiçbir merci bulamayan ordu, korunmak, yönetilmek ve sevk ve idare  ihtiyacındaydı
            Milli  Güçler (Kuvvayı Milliye) ve Hakların  Müdafaası Örgütü (Müdafaa-yı  Hukuk) Kurtuluşun temel taşlarını koydular.  Türk Silahlı Kuvvetleri   ulusun iradesinin savunulması için savaşti.  Savunulan hakların en  başında TAM BAĞIMSIZLIK VE ÖZGÜRLÜK gelmekteydi.  
Nisan 1922’de Atatürk şöyle özetlemişti:  
‘TBMM  hükümetinin ORDUSU, istilalar yapmak, saltanatlar yıkmak, saltanatlar  kurmak için şunun bunun elinde ihtiras aleti olmaktan münezzehtir.   İnsanca ve bağımsız yaşamaktan başka gayesi olmayan bir ulusun, aynı  ülküye bağlı, ve yalnız ulusun emrine baş eğen ve sadık öz evlatlarından  oluşmuş saygıdeğer ve değerli bir topluluktur.’  
            Bugün  bu ‘değerli topluluk’, darbe üzerine darbe alırken, HÜKÜMETE ‘darbe’  yapma  suçlaması çerçevesinde, Kanada’daki Türk hahamlardan tutun da,  sponsorları karışık, ABD’ye ‘taraf’ gazetelerin sütunlarından  gelen  ‘bilgi belge, kanıtlarla’ (!)  beşer onar esir alınıyor…  
            Üstün  hizmet madalyalı, 2-3 dalda  eğitilmiş, birkaç dil bilen ve savaş  sanatında en üst noktaya ulaşmış, komşu ülke genel kurmay başkanlarının  ‘öğretmenim’ diye eline sarıldığı  kurmaylar bugün içeri tıkılıyor.  Terfi günlerinde sorguya çağırılıyorlar   
            ABD  ve AB merkezleri ‘Atatürk de darbeciydi! Kemalizm ve ruhunu taşıyan  ordu yok edilmeli!’ buyuruyorlar. Aynı anda  Türk ordusuna BALYOZ  indiriyorlar.  
Gerçek darbeciler kim!  
            Bu  çamur harekatında göz gözü görmezken belirtelim ki; Atatürk de, Türk  ordusu da darbeci değillerdir. Hiçbir zaman olmamışlardır. Attila  İlhan’dan alıntılayalım: “Mustafa kemal istese, Anadolu harekatını  paşalar arası bir cunta olarak kurup geliştiremez miydi? Üstelik  ittihatçılık geleneği buna müsaitti. Yapmamıştır.”  
            Komita  fikri yerine şura (kongre) fikrini benimsemiştir. İttihatçıların tam  aksini yapmıştır. Askeri bir hareket yerine halk hareketi fikrini  benimsemiştir. Anadolu Kongrelerini  Büyük Millet Meclisine, Milli  kuvvetleri (Kuvva-yı Milliye) ise Büyük Millet meclisi Ordusuna   dönüştürmüştür.  O ki komutandır, hareketin ruhudur, beynidir, kurduğu  orduların başkomutanı olmak için Meclis karşısına çıkar, yetki ister zar  zor alır!...  
            Çünkü  egemenliğin kayıtsız şartsız halkta olacağı bir devleti kurarken, önce  kendisi herkesin uygulamasını isteyeceği bir ana kurala uymazlık  edemez!’  (Hangi Atatürk s. 221)  
            Bu  Milet ordusuyla bir bütündür. NATO sonrası, Türkiye’de gerçekleştirilen  tüm darbeler ABD/CIA eliyle ve cuntacı NATOCU paşaların işbirliğiyle  gerçekleştirilmiştir.  
‘Hafife alınamayacak bir ordu’  
            Uzun  yıllar uğraşıp ancak bu kadar ileri gidebildiler. İşte bunun hırsıyla  koca Türk ordusunun büyük ruhuna saldırıyor, yedi düvel  Anayasasıyla Türk ordusunun  tasfiyesini planlıyorlar. TESEV  raporlarıyla Batılı mihraklara ‘Askerî sanayiyi durdurun! Ulusal Savunma  Sanayisine darbe vurun!..’’ mesajı yolluyorlar. (Bkz Mehmet Ali Güller  yazısı)  
            Ama  kusura bakmasınlar, hedeflerine ulaşamayacaklar… Bir süredir  izlediğimiz gizli kapılar ardındaki pazarlıklar, ordu içindeki  operasyonlar, Washington’dan çizili harekat planları, çürük elma  atamaları, işte gidecekleri yer o kadar!      
            Arslan  Bulut’un dediği gibi bu ordu, ‘hafife alınamayacak’ kadar heybetli,  çünkü bu ordu ulusun bağrından yetişti, toprakta değil, yüreklerde her  kaybettiğimiz yiğidin sesi:  
Allah  Allah!!! Ve bu ordu, kukla tiyatrosunun perde arkasındakiler ve  kuklalar için, hayli deneyli ve GAZİ PAŞA ruhuyla  DİPDİRİ! Zaten bu  nedenle bu kadar fırıldak döndürülmesi….