Saturday, January 16, 2010

MİLLÎ PİYANGO VE ŞANS OYUNLARINDAKİ OYUN...‏

UYAN YURTTAŞ, GEL DE KAYNAŞ:
Şansın Yok Değil, Yok Edilmiş, yoldaş!..
 
“SAYISAL LOTO ve TÜRLERİNDE MÜTHİŞ HİLE-- bu oyunu bozalım!” başlığı altında 16.11.2009’da, “Dostlarım, duyarlı yurttaşlardan Necmiye Güneş bilgilendirdi beni bu konuda. Pek çoğunuz gibi ben de yıllardır oynarım bu şans oyunlarını, hiç değilse bir şansım olsun beklentisiyle. Bu olasılıklar üzerinde kendim de kuşkulanıyordum. Soruşturmacılar kendilerine görev saymışlar ve didiklemeleri sonucunda bu sağmallık sonuca varmışlar. Uygulamaya katılmak sizin elinizde…” diye bir duyuru yaparak şu gerçeklere değinmiştim:
            Şans oyunları çekilişlerinin yapıldığı sistem odası, Milli Piyango İdaresine kapalıymış. Tuzak, GTECH adlı bir İngiliz firması tarafından kurulmuş meğer. Aynı firma tarafından da kontrol edilmekteymiş bu düzensiz düzen. Güvenlik gerekçesiyle içeriye asla kimse sokulmuyor; sistem, oynanan bütün numaraları ve oynanmayanları otomatik olarak tarıyor ve ayırıyormuş.
Yıllardır Türk halkını bu yolla acımasızca sömürüyorlarmış. Birkaç yılda bir, vatandaştan birine kasıtlı isabet ettirip toplumun şüphelerini sıfırlıyor ve sonra, "güvenlik gerekçesiyle adını saklayan talihli" aldatmacasıyla, oynanmamış numaraları sistem odasında kupon yaparak yıllarca sömürüyorlarmış. Bu aldatmacaya kanmayalım, bu oyunu bozalım. Bu iletiyi bütün Türkiye’ye yayalım.   Kimse oynamasın. Taaa ki; bu sistem cambazları her çekilişte (Millî Piyango gibi) hangi şehirden, hangi bayiden oynandığını, kimin kazandığını açıklama zorunluluğu hissedene kadar. Emeğimizi ve ümitlerimizi sömürttürmeyelim bu sülüklere!..
Milli Piyango İdaresi Genel Müdürlüğü’nün sadece davul boynunda dolaştığını, o davulu elinde tokmakla çalanların yabancılar olduğunu yeni yeni öğreniyorum, bağışlayın bilgisizliğimi, saflığımı. “AK-ŞAKA”yla karışık, kendisiyle barışık, emekli doktorumuz Erdal Akalın, saf bir yurttaş beklentisiyle, “Milli Piyango Teşkilatı, asgari ücretin yarısı kadar yılbaşı çekilişi bileti alarak, spor Mercedes hayalini yok ettiği ve alınan biletlerin sadece 1/ 4 oranında amorti vererek ağzını kapatmaya çalıştığı AK-ŞAKA için, 2010 yılı içerisinde bir telafi ikramiyesi düşünmekte midir?!.” diye sorgulayarak umut beklentisindeki yalın yurttaşa da arka çıkmış…
Doktor’un iyi niyetinin uzantısı olan bu umudumuz bekleye dursun, biz bu çalıp-çırpma oyununu bozmak için kamuyu uyarmaya çalışırken daha ileri gidip halk adına görev yapan kurumları da işbaşına çağıralım. Ne dersiniz?
Üniversite öğrencisiyken (1950’li ve 60’lı yıllar) Millî Piyango gezici bayisi olarak ayaklarıma kara su inmesine aldırış etmeden bilet satar okul harçlığımı doğrultmaya çalışırdım. Kendime bilet alamazdım, ama son anda satamadığım olurdu, belki (!) umuduyla yakınmazdım. Amorti çıktığı zaman hoplayıp zıpladığım, çoğu zaman da kârı kediye yüklediğim olurdu.
Ama o yıllarda Millî Piyango, adı üstünde millî bir kurumdu. Yabancıya ne zaman satıldığını veya satılacağını da bilmem. Burada bir hinlik olmuş; yabancıya satılmış / satılacak  bu kurum ama adı ‘Millî Piyango’ olarak kalmış ya da kalacak mı? Dolayısıyla sade yurttaş, saf anlayışıyla ikramiye çıkmasa da toplanan para devlete kalıyor düşüncesiyle “kader-kısmet” deyip sineye çekmeye devam ediyor(du). Millî Piyango’ya Z. Bankası vasilik yapıyormuş bugünlerde.
Çok mürekkep yalamış olmama rağmen, yeni uyanmaya başlayan ben de o çoğunluğa dâhil bir yurttaşım. Piyango bileti almaz, toplanan paraları aynı kazanda buharlaşıp giden ‘Şans Topu, 6/49, On Numara’ gibi şans oyunlarını da oynamaz oldum.
Sözün özü, MP’ye hakkımı helâl etmiyor, kamu kurum ve kuruluşlarıyla, Cumhuriyet Savclığı’nın, İnsan Hakları Birliği’nin, Baroların, gönüllü avukatlık hizmeti veren hukuk bürolarının, basın-yayının, Millî Piyango İdaresini ve GTECH adlı İngiliz firmasını mercek altına almalarını talep ediyorum, millî servet aşkına, insanlık adına…
Haksızlıklara duyarlı bir yurttaş 

Monday, January 11, 2010

Yeni Rakının Yayınlanmayan EN GÜZEL reklamı İZLEYİN!

Erkekler kime kadınım der?
Bir erkeğin hayatına kim bilir kaç kadın girer ve çıkar? Hangisine sevgilim, hangisine kadınım diye hitap eder acaba? İkisinin arasında ne fark var diyeceksiniz. Çok fark var. Şimdi ben kadın gözüyle erkekleri yazmak istiyorum. Ya da olmasını istediğim gibi yazıyorum.

Bir erkeğin hayatına giren kadınların hepsi sevgilidir. Ama bir tanesi vardır ki ona sadece “KADINIM” diye hitap eder. Sevgilim dediği, günlerini gün ettiği, hoş vakit geçirdiği, bazen boşluğunu dolduran, bazen hüzününü dağıtan, bazen onu eğlendiren, bazen onu dertlerinden uzaklaştıran ya da boş zamanlarını doldurandır. Hatta onunla evlenebilir bile. Çocukları bile olur. O artık çocuklarının annesidir. Bir insan olarak onu sever. Ona zarar gelmesini istemez. Bir zaman sevgilim dediği şimdi resmi olarak karısıdır.

Bir erkek "kadınım" diye hitap ettiği zaman ona yüklediği anlam bambaşkadır. Onun içinde şevkat, sevgi, aşk, sahiplenme, kıskançlık, onunla gurur duyma, koruma hissi ve kimseyle paylaşamama vardır. Artık dünyaya neden geldiğini biliyordur. Hayatının anlamı vardır artık. Aradığı sadece o’dur. Onu bulmak ve onunla yaşamak için doğmuştur. Onun olmadığı bir yaşam düşünemez. Çok emindir, tanrı onu sadece kendi için yaratmıştır. Dünyada bir tek o ve kendisi vardır. Onun için canını verebilir. Bu aşktan da öte bir şeydir. Bu bir tutkudur. Bu mantığın bittiği yerde başlayan bir duygudur. Bu kadınım dediği kişinin resmi nikahlı karısı olması şart değildir. Ama zaman zaman karım diye bile hitap eder.

Bu duyguların en güzel örneğini ünlü şair Bedri Rahmi Eyüboğlu yaşamıştır. Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren Hanım'la evlidir. Ancak Mari Gerekmezyan’a aşık olmuştur. Mari, Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun asistanlik yaptığı Güzel
Sanatlar Akademisi'nin heykel bölümüne misafir ögrenci olarak gelmistir.

1949'da bir gün İstanbul Büyük Kulüp'teki bir toplantıda davetliler, Bedri Rahmi Eyüboğlu'ndan bir şiir okumasını isterler. Eyüboğlu ayağa kalkar ve Karadut'u okumaya baslar:

"Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın ağulum
Günahımsın, vebalimsin.
Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın."

Bedri Rahmi, şiiri okurken aniden gözlerinden yaşlar süzülür. Salondaki herkes niye ağladığını anlamıştır. Çünkü aşklarını bütün İstanbul bilmektedir. O anda yanında oturan Eren Eyüboğlu da anlamıştır. Çünkü şiirde "kadınım, kısrağım, karımsın" dediği kadın kendisi değildir.

Görüldüğü gibi erkekler sadece nikahlı karılarına kadınım ve karım kelimelerini kullanmıyorlar. Bu bambaşka bir duygu. Bunun adı aşk. Doğa üstü bir duygu. İnsanın vücut kimyasını değiştiren, ruhunda volkanların patlamasına neden olan bir duygu. Onu bulduktan sonra kaybetmek ise çok acı verir. Bunu en iyi Ercan Saatçi’nin yazdığı 'Yastayım' adlı şarkı sözü anlatıyor:

Yoksun yine varlığım sürünüyor
Sensizliğim bilinmiyor
Sen gittin gideli ellerim hep titriyor
Kalbim bu acıyı saklıyor

Yıllar sonra bile hiç kimseye söylemedim
Bu sevdayı kalbime gömdüm ve sen öldün
Şimdi eşim dostum beni hastayım sanıyor
Yastayım hiç kimse bilmiyor
..........................
Yaşlandım artık bıraktığın gibi değilim
Üstelik bir kızım var evliyim


Ne mutlu bütün bu güzel duyguları gerçekten bir ömür boyu bir yastığa baş koyduğu, hayatı birlikte yaşadığı ve çocuklarının annesine duyabilen erkeklere...

http://www.izleburada.com/reklam/yayinlanmayan-yeni-raki-reklami.html